HOCA TAHSİN EFENDİ
03/07/2025Bugünkü İstanbul Üniversitesi olan Darülfünûn’un ilk idarecisi ve rektörü, şair ve düşünce adamı Hoca Tahsin Efendi’yi vefatının sene-i devriyesinde rahmet ve saygıyla anıyoruz.
Ekrem ERDEM
Genel Başkan
HOCA TAHSİN EFENDİ (1811-1881)
Asıl adı Hasan Tahsin’dir. Yanya vilâyetinin Çamlık bölgesinde Filat kazasına bağlı Ninat köyünde doğdu. Önceleri 1228 (1813) (İbnülemin, s. 1871) veya 1227 (1812) (Mehmed Ali Tevfik, nr. 4, s. 362) olarak kaydedilen doğum tarihini Arnavutluk’taki bazı yeni yayınlar 7 Nisan 1811 şeklinde gösterir. Vefatında yetmiş yaşlarında olduğu yolundaki bilgi de (Şemseddin Sâmi, Kāmûsü’l-a‘lâm, III, 1629) bunu doğrulamaktadır. İlk dinî ve edebî bilgileri, çeşitli yerlerdeki nâibliklerinden sonra İşkodra’da Berat müftüsü olan babası müderris Osman Efendi’den aldı. Rumeli’de yetişen medreseli öğrenciler gibi daha ileri seviyede medrese eğitimi görmek arzusu ile İstanbul’a gitti. Vidinli Hoca diye ün kazanmış müderris ve dersiâm Hoca Mustafa Efendi’nin derslerini takip ederek ondan icâzet aldı.
Hükümetin Avrupa’daki Türk talebesi için düşündüğü bahis konusu düzenlemenin basında bildirilmesinin hemen ardından Hasan Tahsin ile Selim Sâbit’in hocalıkla Paris’te görevlendirilmiş oldukları haberi devrin bazı gazetelerinde yer alır (Journal de Constantinople, nr. 778, 9 Fevrier 1857; nr. 779, 12 Fevrier 1857; Cerîde-i Havâdis, nr. 822, 14 Cemâziyelâhir 1273 / 9 Şubat 1857). Bunlar 20 Mart 1857’de Paris’e varmışlardı. Nitekim çeşitli eğitim müesseselerinden Paris’e gönderilmiş bulunan Türk ve gayri müslim öğrencileri bünyesinde disiplin altında bir araya getirmek üzere, onların gidişlerinden az bir müddet sonra orada açılan Mekteb-i Osmânî’nin öğretim kadrosunda Türk hoca olarak bu ikisinin yer aldığı görülecektir (Mehmed Esad, s. 69). Meclis-i Maârif’in tanzim ettiği özel tâlimattan, her ikisinin döndükleri zaman Dârülfünun’da okutacakları riyâziye ve tabîiyyât dallarından birini şahsî istidat ve isteklerine göre seçmelerinin kendilerine bırakılmış olduğu anlaşılmaktadır (Mahmud Cevad, Maârif-i Umûmiyye Nezâreti Târihçe-i Teşkîlât ve İcrâatı, İstanbul 1338, s. 64-65). Selim Sâbit’in riyâzî ilimleri, Hoca Tahsin’in tabiî ilimleri seçtiği bilinmekteyse de Paris’te hangi tahsil müesseselerine devam ettikleri, dersleri nerelerde ve ne derecede gördükleri hususunda elde bilgi ve vesika yoktur. Selim Sâbit diploma alarak yurda döndüğüne göre bu Hoca Tahsin için de bahis konusudur. Ancak almış olabileceği sertifikalara dair herhangi bir vesika mevcut değildir. Daha sonraki ilmî ve fikrî şahsiyetiyle ortaya koyduğu faaliyet ve eserlerinden belli olduğu üzere o, Paris’te büyük bir azim ve gayretle tabiî ve tecrübî ilimlere yönelmiş ve bu sahada zengin bir birikim edinmiştir. Paris’e gönderilişi fikrî hayatına yepyeni bir istikamet çizen Hoca Tahsin, burada o zamana kadar içinde yoğrulduğu aklî ve şer‘î ilimlerden modern ilimlere geçiş heyecanını yaşar.
1862 yılı Eylülü başlarında bu defa Abdülhak Hâmid ve onun ağabeyi Abdülhâlik Nasûhî Bey ile birlikte Hoca Tahsin’in yeniden Paris’e gittiği görülür. Hoca Tahsin’in sefâret imamlığı ise Paris’e bu ikinci gidişinde olmuştur. Paris dönüşüyle birlikte Hoca Tahsin’in hayatında eskisinden çok farklı yeni bir sayfa açılır. Çağdaşlarının makam ve unvanlarla dolu hal tercümelerine nisbetle hayli fakir kalan, bunun için de Şemseddin Sâmi’nin “çok sadedir” demek ihtiyacını duyduğu hal tercümesi, yaşı artık elli sekize vardığı sırada Avrupa’da elde ettiği ilim ve kültür seviyesine uygun bir yükselişle birdenbire renklenir. Dönüşte, bir hocası olması düşüncesiyle Avrupa’ya gönderildiği Dârülfünun’un başına getirilecek ve burayı yönetebilecek kabiliyette bir şahsiyet olarak görülmüş, gelişi üzerinden henüz bir buçuk ay kadar zaman geçmişken 8 Nisan 1869’da padişahtan tayin iradesi çıkarak kendisine “Dârülfünûn-ı Osmânî müdîri” sıfatıyla, kuruluş hazırlıkları sürmekte olan müessesenin idarî ve ilmî sorumluluğu verilmişti (BA, İrade-Dahiliye, nr. 41014, Maarif Nâzırı Saffet Paşa’nın sadârete 17 Zilhicce 1285 / 19 Mart 1285 r. [31 Mart 1869] tarihli tezkiresi ve buna bağlı 24 Zilhicce 1285 tarihli sadâret arz tezkiresi ve 25 Zilhicce 1285 [8 Nisan 1869] tarihli irade). Dârülfünun’un Mayıs ayında yapılması tasarlanan açılışının gecikmesi üzerine, hiç değilse bu yılın Ramazanında halka açık konferanslarla işe başlanılması uygun görülerek konferansların programı Ramazan’dan önce basında “Dârülfünûn-ı Osmânî Müdîri Tahsin” imzasıyla ilân edilir (meselâ bk. Takvîm-i Vekāyi‘, nr. 1167, 27 Şâban 1286 / 2 Aralık 1869). Geceleri teravih namazından sonra yapılan bu konferanslar Hoca Tahsin’in yönetimindeydi. Nihayet 19 Zilkade 1286’da (20 Şubat 1870), Hoca Tahsin ve Cemâleddîn-i Efgānî’nin de söz aldığı büyük bir merâsimle açılarak resmen faaliyete geçen Dârülfünun’un altı aylık eğitim devresi bitip 1287 yılı Ramazan’ı (Aralık 1870) geldiğinde halka açık konferanslar yeniden başladığı zaman bunlarda tabiat ilimleri ve fen sahasında anlatılanlara karşı mutaassıp çevrelerce duyulan tepki bu defa çok daha belirginleşir.
Başında yirmi ay kadar kalabildiği Dârülfünun’dan uzaklaştırılan Hoca Tahsin, Bâbıâli’de Tersane Emini Yûsuf Efendi’nin Taşmektep diye de anılan sıbyan mektebi binasına çekildi ve içine düştüğü durumdan dolayı hissettiği kırgınlığı, “Cehâlet mültezem kesb-i kemâldir cünhamız bildim / İlâhî cürm-i tahsîl-i ilmden tevbeler olsun” mısralarına döken Hoca Tahsin, kendisini tamamen ilmî araştırma ve tecrübelere adamak, kitapları arasına daha da gömülmek fırsatını bulduğu bu yıllarında isteyenlere Dârülfünun’da veremediği dersleri okutuyor ve sayısı zaman zaman beşi, on beşi bulan isteklilere tabiî ilimlerden jeoloji, fizik, kimya, astronomi, kozmografya ile riyâziyeye ve Fransızca’ya, çağının başka tahsil müesseselerinde kolayca ve aynı seviyede görmek imkânı bulunmayan felsefe ve felsefe tarihine kadar çeşitli konuları anlatıyordu. Hoca Tahsin’i Dârülfünun’dan uzaklaştıran mutaassıp zihniyet kendisini burada da rahat bırakmak istememiş ve barındığı yerden çıkarılması için çeşitli girişimlerde bulunulmuştur (BA, Maarif Nezâreti Ayniyat Defteri, nr. 1070, s. 227: 15 Rebîülâhir 1291 kayıtlı işlem; BA, Bâb-ı Meşîhat Ayniyat Defteri, nr. 1081, s. 28: 27 Şâban 1291 tarihli işlem). Dârülfünun müdürlüğünden atılması ve sonraki tatsız gelişmeler yanında sağlığının da gitgide bozulması üzerine Hoca Tahsin’in 1874 yılında bir ara memleketine giderek teselli ve şifa aradığı görülür. Hümanist görüşler taşımakla beraber hıristiyan Batı’dan devamlı zarar gördüğüne inandığı İslâm âleminin uyandırılması ve İslâm milletleri arasında bir yakınlaşmanın doğması idealini taşıyan Hoca Tahsin, 1870’li yılların başında Cem‘iyyet-i İttihâd-ı İslâmiyye adı altında bir cemiyet kurmak istemiş, fakat böyle bir teşebbüsün Batı siyaset dünyasında doğuracağı tepkiler dikkate alınarak bunun yerine şüphe uyandırmayacak Memâlik-i İslâmiyye Coğrafya Cemiyeti adı tercih edilmişti (Şemseddin Sâmi, Hafta, nr. 6, s. 92). Münif Paşa’nın delâletiyle bir ara Hoca Tahsin’e kütüphaneler müfettişliği vazifesi verilir. 1878 Prizren İttihadı’nın kuvvetlendirdiği duyguların eseri olarak Arnavutlar’ın kültürüne sahip çıkmak, öncelikle de Arnavut dilinin alfabesini hazırlamak amacıyla 26 Şevval 1296’da (13 Ekim 1879) kurulan Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Arnavudiyye’nin alfabe müzakerelerine katıldığı bilinen, ancak Arnavutluk namına olan çalışmalarda siyasî gayeli faaliyetlerden kendisini uzak tutan Hoca Tahsin, aynı yıl Cem‘iyyet-i İlmiyye adını taşıyan bir ilim kuruluşunun meydana gelmesine ön ayak oldu.
Tutulduğu veremin gittikçe ilerlemesiyle ölümünün yaklaştığını hisseden Hoca Tahsin, Mecmûa-i Ulûm’un yayımının durmasından bir sene sonra çıkmaya başlayan Hazîne-i Evrâk mecmuasına gönderdiği yazı ve manzumelere bu psikoloji içinde “Bir Marîz” diye imza koymaktaydı. 3 Temmuz 1881’de Erenköy’de vefat eden Hoca Tahsin Sahrayıcedid Mezarlığı’nda toprağa verildi (Tercümân-ı Hakîkat, nr. 9911, 7 Şâban 1298 / 5 Temmuz 1881; Vakit, nr. 2051, 8 Şâban 1298 / 6 Temmuz 1881).
Kaynak: TDV İslâm Ansiklopedisi