Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri - Prof. Dr. Said Öztürk
Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri
Kâtip Çelebi, himmet sahibi, iyi huylu, az konuşur ve hâkim meşrepli birisiydi. Küçükle küçük, büyükle büyük olurdu. Vakur tabiatlı olup, hicivden hoşlanmazdı. Mizaha eserlerinde çok az yer vermiştir. İfadelerinde sade bir dil kullanmış, meramını açık ve kısa olarak anlatmaya çalışmıştır.
Kâtip Çelebi, Osmanlı ilim ve kültür dünyasının mühim bir siması, en büyük bibliyograf ve coğrafyacısıdır. Kısa süren hayatına çok sayıda eseri sığdıran velûd bir kalemdir. Eserleri gerek bizde, gerekse Batı'da büyük bir dikkat ve alakaya mazhar olmuştur.
Kâtip Çelebi, İslam medeniyetinin yetiştirdiği büyük mütefekkirlerinin eserlerinin yanı sıra, kendi kültür ve ilim dünyası ile sınırlı kalmayarak Batılı bilim adamlarının eserlerine müracaat eden, çağını anlamaya çalışan mütecessis bir aydındır. Üzerinde inceleme yapan bilim adamlarının ortak kanaati şudur ki, Kâtip Çelebi, Batı'nın bilimsel ürünlerini kullanan ilk Osmanlı aydınıdır.
Belki bu yönüyle ona “ilk Osmanlı oksidantalisti” (Batı'yı bir Doğu'lu olarak yeniden inşa edip söylemleştiren) dense yeridir. Ancak kesin olan Batı biliminden bigâne kalmak istemediğidir.
Hilmi Ziya Ülken, Kâtip Çelebi için "XVII. asır fikir tarihimizde Garba çevrilmiş düşünceyi hazırlayan sağlam realist görüşe sahip bir fikir adamımızdır” der. Kâtip Çelebi'yi, yaşadığı asrın özellikleri dikkate alındığında farklı kılan da budur.
Kâtip Çelebi'nin yaşadığı dönem, Osmanlının fütuhat asırlarının nihayete erdiği, uzun sürecek duraklama döneminin başladığı, çözülme ve bozulmanın görülmeye yüz tuttuğu bir zaman dilimine tekabül eder. Onun ilmî ve fikrî serüveninde, yaşadığı asrın bu bariz özellikleri önemli yer tutar.
Hayatı hakkındaki bilgileri eserlerine serpiştirdiği bilgilerden elde ediyoruz. Özellikle “Süllemü'l-Vüsul ilâ Tabakatil-Fühul” ve “Mizânü'l-Hak fi İhtiyari'-Ehak” adlı iki eserinin sonunda ayrıntılı bilgi vermiştir.
Çocukluğu ve Gençliği
Kâtip Çelebi'nin asıl adı Mustafa, babasının adı ise Abdullah'tır. Annesinin ismini bilmiyoruz. Şubat 1609'da İstanbul'da doğdu. Babası Enderun'a girmiş ve oradan silahtarlık hizmetiyle çıkmıştı. Âlimlerin meclislerine devam eden, geceleri ibadetle meşgul olan dindar bir insandı.
Kâtip Çelebi, zamanının eğitim anlayışına uygun olarak daha küçük yaşta iken, 5 veya 6 yaşında dinî eğitim almaya başladı. Babası, İmam İsa Halife el Kırımi'yi, ona Kur'an ve tecvid öğretmek üzere hoca olarak tuttu. Daha sonra Zekeriya Ali İbrahim Efendi ve Nefeszade'den ders gördü. Kur'an’ı yarısına kadar ezberledi. İlyas Hoca'dan Arapça dersleri, Böğrü Ahmet Çelebi'den hat dersleri aldı. On dört yaşına ayak bastığı zaman, babası ona aylığından on dört dirhem harçlık bağladı ve kendi yanına aldı. Böylece Divan kalemlerinden Anadolu Muhasebesi Kalemine şakirt (çırak) oldu. Kalemdeki halifelerden birinden hesap kaidelerini, erkam ve siyakat yazısını öğrendi. Kısa sürede ders aldığı halifeyi geride bıraktı.
Seferde Geçen Yıllar
1623 yılında Abaza Mehmed Paşa İsyanını bastırmak üzere İstanbul'dan yola çıkan orduya babasıyla birlikte katılarak Tercan Seferine gitti. Kayseri civarında başlayan savaşı, bizatihi müşahede etmek fırsatı buldu. Bağdat seferine iştirak etti. Bu savaşın da tanığı oldu. Dokuz ay süren muhasarada, kıtlık yüzünden düşman galebe edince, geri dönerken büyük sıkıntılara duçar oldu. "Asker-i İslam'ın bu yolda çektiği meşakkati bir tarihte çekmiş değil idi" sözleriyle bu ric'atın ne derece feci geçtiğini anlattı. Musul'a ulaştıklarında (Ağustos-Eylül 1626) babasını kaybetti; Abdullah Efendi oradaki Cami-i Kebir mezarlığına defnedildi. Bir ay sonra da amcası, Nusaybin'de vefat etti. Kâtip Çelebi akrabalarından biriyle Diyarbakır'a geldi ve bir süre burada ikamet etti.
Babasının arkadaşlarından Mehmet Halife kendisini Süvari Mukabelesine tayin edince, 1627'de İstanbul'a döndü. Bu sırada zamanının kudretli âlimlerinden Kadızade'nin derslerine devam etti. Daha sonra Erzurum muhasarasında bulundu. Tekrar İstanbul'a döndü ve yine Kadızade'nin derslerine devam etmeye başladı. Kâtip Çelebi bu zatın kuvvetli tesiri altında kaldı. Daha önce gördüğü ulûm-ı âliye derslerini onunla müzakere imkânı buldu.
Çok geçmeden Hüsrev Paşa'nın maiyetinde, 1629 yılında başlayan Hemedan ve Bağdat seferlerine katıldı. Uğradıkları ve zapt ettikleri Gülanber kalesi, Hasan-Abâd, Hemedan ve Bistun gibi şehir ve kaleleri, gerek “Fezleke”de, gerekse “Cihannüma”da anlattı.
Hemedan ve Bağdat seferlerinden sonra 1632’de istanbul'a döndü ve kaldığı yerden yine Kadızade'nin derslerine devam etti.
Hocasından tefsir, ihya-ı ulûm, şerh-i mevâkıf, dürer ve tarikat (-ı Muhammediye) okudu. 1633 yılında ordu, Mehmet Paşa’nın serdarlığında asker kışlamak üzere Halep'e çekildiği zaman, Kâtip Çelebi Halep'ten Hicaz'a geçip hac farizasını yerine getirdi. Dönüşünde ordunun Diyarbakır'da bulunduğu sırada, kışı bu şehirde geçirerek bazı âlimlerle sohbet imkânını elde etti. 1634 yılında IV. Murat’ın Revan Seferine katıldı.
Cihad-ı Asgardan Cihad-ı Ekbere Dönüş
Kâtip Çelebi on yıl kadar ordu ile seferlere iştirak ettikten sonra İstanbul’a döndü ve kendisini bütünüyle ilme verdi. O devri “Cihad-ı asgar”dan (İslâm müdâfaası için silahla savaşma) “cihad-ı ekber”e (Nefis ile savaşma) dönüş olarak tarif etmiştir. Kendisine kalan küçük bir mirasın tamamını kitaba yatırdı. Halep'te bulunduğu sırada sahaflarda gördüğü kitapların isimlerini yazmaya başlamıştı. İlgisini çeken kitaplar daha çok tarih, tabakal ve vefeyat türü kitaplardı. 1638’de akrabasından zengin bir tacirin vefatıyla kendisine intikal eden mirasın üç yük (300.000) akçesini kitaba verdi; geri kalan parayla da Fatih Camisi ile Yavuz Sultan Selim Camisi arasındaki evini tamir ettirdi; aynı yıl evlendi.
Kâtip Çelebi, çok beğendiği, fazileti ve ihatası (kavrayış) ile meşhur A'reç Mustafa Efendi'nin derslerine devam etti. Hocası da ona diğer talebelerinden daha fazla teveccüh gösterdi.
Ayasofya dersiamı (müderris) Kürt Abdullah ve Süleymaniye Dersiamı Keçi Mehmet Efendilerin derslerini dinledi. Vaiz Veli Efendi'den, Ermenek müftüsü Molla Veliyüddin'den dersler aldı. On yıl kadar geceli gündüzlü kendisini tamamıyla ilmî araştırmalara verdi.
Bu sırada birçok talebesi de oldu 1645 yılında, sırası geldiği halde halifeliğe yükseltilmediği için Mukabele Başhalifesiyle arası açıldı ve görevinden istifa etti. Üç yıl kadar münzevi bir hayat devam ettirdi. Bu sırada hastalandı. Tedavi yolları aramak için tıp kitaplarını incelemeye, havas kitaplarını okumaya başladı. 1648 sonlarında kaleme aldığı “Takvimü't-Tevarih” adlı eseri dolayısıyla yakın arkadaşı Şeyhülislam Abdurrahim Efendi'nin, Veziriazam Koca Mehmet Paşa nezdinde tavassutu sayesinde, “ikinci halifelik” unvanını aldı. Çoğu eserini bundan sonra telif etti. Şeyh Mehmet İhlasi’nin yardımlarıyla “Atlas Minör” başta olmak üzere Latinceden bazı eserleri tercüme etti.
Vefatı
Telifatının yoğunlaştığı bir dönemde Kâtip Çelebi ansızın vefat etti. 6 Ekim 1657 Cumartesi tarihinde sabah kahvesini içerken fenalık hissederek fincan elinden düşmüş ve ansızın vefat etmiştir. Mezarı Zeyrek Camii'ne varmadan mektebin altındaki sebilin bitişiğinde küçük bir haziredeyken yol çalışmaları dolayısıyla caddenin karşısında Voynuk Şuca Camii kabristanına kaldırılmış ve 1953 yılında yeni bir mezar yaptırılmıştır.
Kişiliği ve görüşlerine dair
Kâtip Çelebi, himmet sahibi, iyi huylu, az konuşur ve hâkim meşrepli birisiydi. Küçükle küçük, büyükle büyük olurdu. Vakur tabiatlı olup, hicivden hoşlanmazdı. Mizaha eserlerinde çok ve kısa olarak anlatmaya çalışmıştır. Mükeyyifata düşkün olmayıp tütün içmezdi. Çiçek yetiştirmeye merakı vardı.
Farklı fikirlere müsamahayla yaklaşan, çalışmalarında tarafsız olmaya özen gösteren biriydi. Kendisinin Hanefi mezhebinde ve işraki meşrebinde olduğunu söylerdi. Batıl itikatlara ve taassuba karşıydı. Hakperest bir tarafı vardı; Kadızade hocası olduğu halde onun birçok derslerinin "kışrice" basit olduğunu ve daha birçok konuda menfi kanaatlerini sayardı saymaktadır.
Kitap merakı yüksekti. Kâtip Çelebi asrının bir Ali Emiri'siydi. Seferlerde bulunduğu sıralarda sahafları ziyaret ederek birçok kitap toplamıştı. Akrabasından kendisine intikal eden paranın büyük bir kısmını kitaba vermişti. Elinden 1300 tarih kitabı geçtiği söylenir.
Tarihin gayesi ona göre maziyi anlamak; faydasının da bu ahvalden ibret almaktır. Tarihin vazifesi "vekayii vukuu üzere beyan"dır. M. Tayip Gökbilgin, onun tarih anlayışının öz ve mümkün olduğu kadar sıhhatli malumat vermek üzerine isnat edildiğini söyler.
Kâtip Çelebi'nin merak saldığı konulardan biri de coğrafyadır. Coğrafya kitaplarını okudukça Batılıların bu ilim dalında ileri olduklarını, İslam müelliflerinin ise geri kaldığını görür. Bu eksikliği telafi için “Cihannümâ” adlı eseri kaleme almıştır. Onun ifadesiyle "Arabî ve Farisî ve Türkî tedvin olunan ekâlim ve büldaniyat ve mesâliküimemâlik kitapları cümle muhtel ve müşevveş görülüp zaruri mecmuundan Cihannümâ ismiyle bir kitap intizâma azimet olunmuş idi..." (cihannümâ, s. Ib).
Cihannümâ'nın 66. sayfasında İslam müelliflerinin düştükleri bu tür hatalardan birkaçını sayar. Yeri geldiğinde müracaat ettiği “Atlas” müellifinin düştüğü hataları da tashih ederek eserine almıştır. Aynı şekilde müellifin Hıristiyanlık gayretiyle kaleme aldığı ifadelerine de sert şekilde cevap verir. Dolayısıyla ne Batılı ne de İslam müelliflerinin bilgilerine ön kabulle yaklaşmaz, eleştirel bakar. Çin ve Hıtay hakkında bilgi veren kaynak hakkında "ol şahs-ı meçhulün ekseri laf u güzaf olan kelamına iltifat ve itibaraz yer vermiştir. İfadelerinde sade olunmadığını" yazar. Ne var ki, gör bir dil kullanmış, meramını açık düğü hatalara müsamahasız davranan Kâtip Çelebi, kendisi de “Keşfü'z Zünûn” ve “Cihannümâ”da zaman zaman hatalara düşer. İslam coğrafyacılarını tenkit ederken, kendisi de İbn-i Havkal'ın Amuderya (Ceyhun)nehrinin Bahr-i Harezm'e (Aral Gölü) aktığına dair verdiği bilgiyi kabul etmeyerek Bahr-i Cürcan'a (Hazar Denizi) aklığını söylemiş, fakat Ceyhun'un yatağının değiştiğini ihmal etmiştir. Meşhur İskenderiye Kütüphanesinin yakılmasını Hz. Ömer' yükleyerek hataya düşmüştür. Ancak, Kâtip Çelebi'nin eserlerinin hacmini ve muhtevasını göz önünde tutarsak bazı yanılmalarını anlayışla karşılamak gerekir. Kâtip Çelebi, içerde ve dışarıda büyük bir alaka uyandırmıştır. Şehrizade Mehmed Said, “Neypeyda” adlı eserinde tamamen onu takip ettiğini söyler. Naima, tarihinin birçok yerinde ondan iktibaslarda bulunmuştur. Alman tarihçi Franz Babinger, kendisini “Osmanlı Suyuti”si olarak vasıflandırır. Eserlerinden birçoğu erken sayılacak tarihlerde Batı dillerine tercüme edilmiştir. Abbe G. Toderini onu "çeşitli ilimlerden payı olan ve bütün tarihte tetebbuunun zenginliğiyle meşhur bir bilgin" olarak vasıflar (Littérature turque, Paris 1798,1, 142; Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 150)
Orhan Şaik Gökyay onun hakkında şu değerlendirmede bulunur: "Kâtip Çelebi'nin eserlerinin çoğu birer toplama mahiyetinde olmakla beraber, onda asıl kıymetli ve mühim olan, hakikati arayıp bulma endişesi, fikirlerini müdafaadaki cesareti, (...) ihtilaf ve münakaşa mevzularını tarafsız bir hâkim gibi ele alışı, (...) çok sonraları bile tehlikeli sayılan bahislere ilim, cevab, sual ve kanun üzere her babdan kıyl ü kaldır diyerek cüretle temas etmesi, garb kaynaklarından faydalanması, kendisine verilen yüksek mevkiyi hak etmeye yeter".
Eserleri
Kâtip Çelebi, büyük bir yekûn tutan eserlerinin bir kısmını tamamlamış, genç yaşta vefat etmesiyle bir kısmı müsvedde halinde kalmıştır.
1-Cihannümâ: Coğrafya konusunda Osmanlı Devleti'nde çığır açan bir eserdir. Batılı eserlere müracaat ederek oluşturulan bu eser, bir dönüşümü de gerçekleştirmiş, Müslümanların coğrafya ve astronomi konusundaki görüşlerine batılı bilgileri, bazen ikame, bazen de ilave etmiştir. Cihannümâ'nın 2. sayfasında, "Bu kitap gibisi eyyâm-ı İslam'da henüz karîn-i vücud olmayub düvel-i sâlife zamanında bir cihandarın hazine¬sine girmemiş ve bunun nazirini kimse görmemiştir" der. Katip Çelebi, kendisinden sonra birçok eserin yazılmasının yolunu açmıştır. O, XVII. asra bu yönüyle mührünü vurmuştur. Eser, kısmen birçok defa Batı dillerine çevrilmiştir. Hamit Sadi Selen, "Cihannümâ, Şarkta coğrafya sahasında başlıca müracaat kitabı sayıldığı gibi, dünya ilim âleminde de birçok memleketin, hususiyle Osmanlı İmparatorluğu'nun bazı kısımlarının tarihi coğrafyası için değerli bir kaynak olmuştur" der.
Cihannümâ iki defa kaleme alınmıştır. Birinci Cihannümâ, İslam müelliflerinin meydana getirdiği "Mesâlik ve Memâlik" ve coğrafya kitaplarından fayadalanarak yazılmıştır. Bu eserde klasik eserlere göre planlanmış bir kozmografya düşünmüş, ancak İngiltere, Hebrenya (İrlanda) ve İzlanda Adaları konusunda bilgiye ulaşamayınca eserini yarım bırakmıştır. Eserde, dört unsur işlenmesi düşünülmüş, ancak sulardan bahesedilen üçüncü bab yazılmıştır. Burada denizler, göller, nehirler anlatılmaktadır. Dördüncü bab, arza tahsis edilmiş, burada memleketler ve şehirler anlatılacakken tamamlanamamış, Endülüs; Mağrib ülkeleri (Kuzey Afrika) olan Fas, Cezayir, Tunus ve Libya; İklim-i Rum yani Osmanlı ülkesi verilmekte, Bursa, İstanbul, Edirne, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa kısmı yani Rumeli, Bosna ve Macaristan'dan, en son Hatvan şehrinden bahsedilmiştir.
Cihannümâ'nın sonu şu şekilde biter:
"Bu memleketler yani Rumeli, Bosna ve Macaristan, Âl-i Osman'ın yeni fetihleri olup, kısmen eski, kısmen yeni kitaplardan alınarak yazılmıştır. Bundan sonra Anadolu canibi yazılacaktır. Ondan sonra da vaktiyle Rumeli ülkesine dâhil olan Venedik, Papa ve Fransa vilayetleri kısaca yazıldıktan sonra, dördüncü iklim olarak Atlas okyanusundaki komşu adalar izah edilecektir."
Birinci Cihannümâ'nın başlıca kaynağı Ebu'lFida'nın “Takvimü'l-Büldan”ıdır. Birinci Cihannumâ 1648 yılında, İkinci Cihannumâ ise 1654 yılında yazılmaya başlanmıştır.
İkinci Cihannumâ, kendi ifadesine göre, birinci Cihannümâ'yı yazarken, Flaman haritacı Abraham Ortels’in (Latince, Abraham Ortelius) "Theatrum Orbis Terrarum"u ile Mercator'un (Öİ.1594) "Atlas Minor"unu görmüş, bunun üzerine eseri tamamlamak istememiş, yarıda bırakmıştır. Bu sırada Fransız asıllı mühtedilerden (sonradan Müslüman olmuş kişi) İhlasi Mehmed Efendi, “Atlas Minor”u onun imlasıyla tercüme etmiştir. İkinci Cihannümâ'nın yazımı, Atlas Minor'un tercümesinden sonra başlar. Bu eserin yazımı sırasında Atlas Minör dışında Flaman haritacı Abraham Ortelius'un eseri, Alman coğrafyacı Philipp Clüver’in (Latincede Philippus Cluverius) “Introductio in Universam Geographiam tam Veteren, quàm Novam”, Lorenzo de Calabria'nın Fabrica Mundi adlı eserinden; Takvîmü'l-büldân (Ebülfidâ İsmail b. Ali), Evzahu'l-mesâlik (Sipahî-zade Mehmed b. Ali), Nüzhetü'l- Müştak fi İhtirâk-ıl-Âfâk (İdrîsî), Nüzhetü'l-Kulûb (Hamdullah b. Ebî Bekr el-Müstevfî el-Kazvinî) gibi İslam coğrafyacılara ait eserlerden istifade etmiştir.
Bu ikinci Cihannumâ, birincisinden ayrı bir plana göre yazılmıştır. Muhtevası ve tarzı bakımından farklıdır. Yeryüzünü kıtalara ayırarak inceler. Bu ikinci eserine Aksây-ı Garb'tan yani Endülüs'ten değil, Aksay-ı Şark'tan yani Japonya ile Asya coğrafyasının tasviriyle başlamaktadır. Daha sonra Afrika, Avrupa ve Amerika memleketlerini tasvir edeceğini söyler (s. 123).
Kâtip Çelebi bir memleketin tasvirine başladığı zaman, idare merkezinin mevkii, coğrafi durum, saltanat ve riyaset ahvali, başlıca beldeler, sular, nehirler, göller, dağlar, ovalar, bitkiler, toprak mahsulleri, mesafeler, idari taksimat, dinî ve ilmî hayat, sanat, ticaret, adap, ahlak, adat vb. birçok konuda bilgi verir.
Kâtip Çelebi'nin genç yaşta ölmesiyle eseri yarım kalmıştır. Bu eserde Kâtip Çelebi'nin en son anlattığı yer Van'dır. İbrahim Müteferrika 1732 yılında Ebubekir b. Behram Ed-Dimeşki'nin ve kendi ilaveleriyle eseri tab etmiştir. 422. sayfadan itibaren Dimeşki'nin kitabından yapılan eklemeler başlamaktadır. Erzurum'dan başlanarak Anadolu, El-Cezire, Irak, Arap yarımadası, Şam
(Suriye-Filistin), Halep, Adana, Maraş eyaletleri, İçel, Sivas, Karaman, Anadolu eyaletleri olarak Üsküdar'a kadar tasvir edilmiştir. İbrahim Müteferrika esere 40 levha koymuştur.
Cihannümâ'nın 123-4. sayfasında şöyle denilmektedir; “Tenbih: Atlas ve diğer coğrafya kitaplarını yazanlar, çoğunlukla Avrupa diyarından olduğundan kitaplarında külli konulardan sonra, Avrupa'nın kısımlarını açıklamaya başlayıp o konuda tam bir tafsilat verdikten sonra, Asya ve Afrika'yı kitabın sonunda icmali olarak taksim edip sanki sadece kendi memleketlerinin ahvalini yazmaya önem verip diğerlerini hızlı geçmişler, kendilerine göre o diyarlar uzak mesafeler olduğundan oralar hakkında tafsilatlı bilgi sahibi olmayıp yazdıkları da yalanyanlışlarla doludur. Abraham Ortels, külli kısımlardan sonra Amerika’nın tafsilatını icmalini ayırmayıp önce onun kısımlarının şehrini Avrupa'nın kısımlarından önce getirdi. Amerika'nın açıklanması bittikten sonra Avrupa'yı, daha sonra Asya ve Afrika'yı yazıp kitabın son üçte birini, eski coğrafyaların resmine ayırdı. Onlardan birçok faydalı bilgi aldı. Mercator, Atlas'ta külli resimlerden sonra Avrupa'nın tafsilatına başlayıp Afrika'yı ve Asya'yı anlattıktan sonra birkaç sayfa da Amerika'yı tafsil ve şerh edip eski coğrafya resimlerinden 7 resim naklederek kitabını tamamladı. Onu tercüme ettiğimizde biz Levâmiu’nnur fi zulmeti Atlas Minur’u onun tertibi üzere yazdık. Fakat bu kitapta onları taklidi terk edip tertibinde başka bir tarzı uygun gördük.
Önce Asya'nın doğusundan başlayıp daha sonra Afrika’ya, Avrupa ve Amerika sayfalarını bu tertibe göre ayrıntılı olarak açıklamayı planladık, Asya memleketlerinin resimlerine, doğu kitaplarından çok bilgiler yazdık.
Bu kitapta yeryüzündeki memleketlerin açıklaması Felek-i A'zam'ın (göğün en üst katı) hareketine tabi olup, bütünün hareketi ilk harekete tabi olarak nakil ve hareket edip doğu adalarının başlangıcından başlar, Amerika'nın batı sahillerinin sonunda sona erer. İnşallahu teala. Allah'ın kereminden bu yolda yardımını yoldaş edip kitabı tamamlamaya eriştirmesini dilerim. İbrahim Müteferrika'nın neşrettiği Cihannümâ'da, tarihçi Hammer'in Almancaya tercüme edip yayınladığı Rumeli ve Bosna kısmı olmadığı gibi, bu neşirde yer alan Anadolu, Arabistan ve Suriye'ye ait bahislere de yazmalarda rastlanmamaktadır.
Cihannumâ'nın ibrahim Müteferrika baskısının tıpkıbasımı ve günümüz Türkçesiyle sadeleştirilmiş metin, Prof. Dr. Bekir Karlığa ve Doç. Dr. Said Öztürk'ün sorumluluğunda bir komisyon tarafından, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ. adına yayına hazırlanmaktadır.
2- Keşfü'z-Zünûn An Esâmî'l-Kütübi Ve'l-Fünûn: Kâtip Çelebi'nin en tanınmış eseridir, İbn-i Nedim'in Fihrist'inden beri bu tarzda yazılmış eserlerin devamı niteliğindedir. Bibliyografya bakımından bir şaheserdir. Yirmi yıl süreyle bizzat okuduğu, sahaflarda ve kütüphanelerde gördüğü eserleri alfabe tertibine göre sıralamıştır.
14.500 kadar kitap ve risale toplanmıştır, Taşköprüzade'nin Miftahu's-saade isimli eserinden faydalanmıştır. Diğer faydalandığı eserleri de belirtmiştir. Bu eser, Alman oryantalist Fustav Leberecht Flügel tarafından 1835-1858 seneleri arasında Arapça metni ve Latince tercümesiyle yedi cilt halinde basılmıştır. Ülkemizde ise Şerefeddin Yaltkaya ve Kilisli Rıfat Bilge tarafından yayınlanmıştır.
3-Düsturü'l-Amel li-Islahi'l-Halel: Mali konularda Kâtip Çelebi'nin tavsiyelerinden oluşan bir eserdir. Kâtip Çelebi, 1652-53 yılında devlet bütçesinin açık vermesi üzerine toplanan divana iştirak etmiş ve kendi tecrübe ve tavsiyelerini kapsayan bu eserini kaleme almıştır. Kitabın mukaddimesinde, cemiyetlerin hayatının insan hayatı gibi devrelere ayrıldığını, Osmanlı Devleti'nin tevakkuf (duraklama) devresine girdiğini, iş başındakilerin buna göre tedbir almaları gerektiğini söylemektedir.
Hilmi Ziya Ülken, eserin bir nevi siyaset ve cemiyet nazariyesi mahiyetinde olduğunu söyler. Eser, Kanuni zamanında başlayan mali, idari ve siyasi çözülmelere karşı tedbir aramak gayesiyle kaleme alınan klasik ıslahat layihalarının temel argümanlarını taşımakla birlikte, cemiyet hayatını ve devleti, insan hayatına benzetmekle İbn-i Haldun'un uzviyetçi görüşüne yaklaşır ve bu özelliğiyle diğerlerinden ayrılır. Hilmi Ziya Ülken, Düsturu'l-Amel'deki biyolojist cemiyet felsefesine dayanan bir tarih felsefesi şemasına binaen, Kâtip Çelebi'nin Osmanlı devrinin en bariz İbn-i Halduncularından biri olduğunu söyler. Kâtip Çelebi'nin İbn-i Haldun'dan ayrıldığı nokta ise, cemiyetleri mukadder akibetleri olan ihtiyarlık ve ölümden kurtarmak kabil değilse de ömürlerini uzatmak, geçtikleri safhaları daha iyi ve ahenkli geçirmelerini temin etmek mümkündür görüşüdür. İbn-i Haldun ise, "Cemiyetlerin mukadder gidişatına dışarıdan yapılacak müdahale boşunadır" der.
4-Mizânu'l-Hak Fi İhtiyari’l-Ehak: Kâtip Çelebi'nin en son eseridir. Kasım 1656'da telif edilmiştir. Devrin şiddetli münakaşalarını önlemek için kaleme almıştır. Hızır'ın hayatta olup olmadığı, tütün, teganni, kahve, Hz. Peygamber'in anne babasının kâfir olup olmadığı, Firavun'un imanı vb, o dönemde münakaşa mevzuu çeşitli konuları ele alarak düşüncelerini açıklamıştır. Dönemin Şeyhülislamı Abdurrahim Efendi'den övgü alan eser, Şinasi tarafından Tasvir-i Efkâr'da tefrika edilmiş, 1864-5, 1869-70, 1888-9 yıllarında üç kere basılmıştır. Kâtip Çelebi'nin diğer eserlerine nazaran en çok okunan eseridir.
5- Arapça Fezleke: Kâtip Çelebi'nin “tarih-i kebir” diye nitelediği bu eserin asıl adı "Fezleketü akvalü'l-ahyâr fi'l-ılmu't-tarih ve'l-ahbâr"dır. Eser bir mukaddime, üç fasıl ve bir hatimeden ibarettir. Eserde yer alan bu bölümler de kendi kısımlara ayrılmıştır. Eserde tarihin manası, mevzuu ve faydası, tarihçinin riayet edeceği şartlar ve bilmesi gereken kaideler, mahlukatın başlangıcı, peygamberler, ilk dört halife, İslam'dan önceki ve sonraki hükümdarlar, arzın heyeti, iklimleri, muhtelif kavimleri, Arap kabileleri, şehirlerin ve ricalin alfabe sırasına göre tertibi, hicretten 1591-2 yılına gelinceye kadar, vukuatı sene tertibine göre yer vermiştir. Eser tamamlanmamış, müsvedde halinde tek yazma nüshası bulunmaktadır (Beyazıt Ktp, nr. 10318). Kâtip Çelebi bu muhtasar İslam devletleri tarihinde daima Cenabî tarihini esas almış ve hülasa etmiştir.
Türkçe Fezleke: 1591 tarihinden başlayarak 1654-55 tarihine gelinceye kadarki vukuatı işlemektedir. Arapça Fezleke'nin bir zeylidir. Kâtip Çelebi, İstanbul halkının dili Türkçe olduğu için bu eserini Türkçe yazdığını söyler. Eser, yıllara göre tasnif edilmiştir.
6-Ed-Düreri'l-Müntesire, Ve'l Gureri'l-Münteşire (Osmanlı Tarihi): Keşfüz-Zünun'u meydana getirmek istediği sıralarda okuduğu vefayat ve tabakât kitaplarından faydalı gördüğü konulara ilişkin bir derlemedir. Konular birbirinden farklı ve bağımsızdır. Eserin tek yazması Nuruosmaniye Kütüphanesi, nr. 4949'dadır.
7-İlhamü'l-Mukaddes Eî Feyzi'l-Akdas: Kâtip Çelebi'nin zamanın Şeyhülislamı Bahai Efendi'den sorduğu, ancak cevap alamadığı üç meseleyle ilgili olarak kaleme aldığı bir risaledir. Bu üç mesele şudur:
1) Şimal memleketlerinde namaz ve oruç vakitleri,
2) Güneşin aynı cihetten doğması ve gurubunun dünyanın bir noktasında mümkün olup olmadığı,
3) Her tarafa teveccüh olunsa kıble olabilecek Mekke'den başka bir memleket bulunup bulunmadığı.
8- Levâmi'u'n-Nur Fî Zulumâti Atlas Minor: Kâtip Çelebi'nin Cihannümâ'dan sonra ikinci mühim coğrafya eseridir. Gerardus Mercator ve Jodocus Hondius'un kısa adıyla Atlas Minor tercümesidir. Bu eser 1621 yılında Arnheim'de basılmıştır. Kâtip Çelebi, eseri Şeyh Mehmet İhlasi'ye okutmak suretiyle tercüme etmiştir. Kâtip Çelebi esere ilave ve ihtisar (kısaltma) yapmayarak, icap ettikçe derkenar çıkarak müşkül isimleri ve konuları şerh etmiş, bazen de müelliflerin verdiği bilgileri tenkit ve ret babında açıkla içinde malar yapmıştır. Eserin Avrupa kısmı oldukça geniş olup buna mukabil Asya, Afrika ve Amerika bölümleri mufassal (tafsilatlı) değildir. Nuruosmaniye Kütüphanesi, nr. 2998'deki nüsha müellif nüshasıdır.
9- Süllemü'l-Vusûl İlâ Tabakati'l-Fuhûl: Arapça bir tabakat kitabıdır. Alfabetik sıraya göre tertip edilmiştir. Kâtip Çelebi bu eseri, Keşfü'z-Zunun'da geçen kitapların müelliflerine ait bir indeks gibi meydana getirmiştir. Esas olarak Suyuti'nin "Tahriru'l-Lübâb" adlı eserini esas almış kapsamlı bir teliftir. IRCICA bu eseri tahkikli olarak yayına hazırlamaktadır. Tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, Nr. 1887'dir.
10- Takvîmü't-Tevârîh: Bu eser Hz. Adem'den 1648 yılına gelinceye kadarki tarihlerin zikrettiği vakaların, daha önce yazdığı tarih kitaplarının ve bilhassa Arapça Fezleke'nin kronolojik cetveli gibidir. Kâtip Çelebi bu eserini iki ayda tamamlamış; ve aynı senenin sonunda Şeyhülislam Abdürrahim Efendi vasıtasıyla Sadrazam Koca Mehmet Paşa'ya göndermiş ve müellif bu sayede görevinde “ikinci halife”liğe terfi etmiştir. Bu eser, gerek doğuda, gerekse batıda dikkati çekmiş; İbrahim Müteferrika 1733 yılında Şeyhi Mehmet Efendi ve kendi yaptığı zeyilleri ilave ederek basmıştır. Erken dönemlerde İtalyanca, Fransızca ve Latinceye tercüme edilmiştir. Müellif nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, Nr. 2399'dadır.
11- Tuhfetü'l-Ahbar Fi Hikem ve'l-Emsar ve'l-Eş’ar: Çeşitli konuları bir araya getiren bir derlemedir. Fıkralar, menkıbeler, hikâyeler, sarf (dil bilgisi) ve nahiv (söz dizimi) bahisleri, şiirler, atasözleri gibi muhtelif konular işlenmiştir. Bir lügat gibi önce kelimeleri vermiş, sonra bununla ilgili açıklamalar yer almıştır. Eser "yevm" (bir gün) kelimesi ile sona ermiştir.
12-Tuhfetü'l-Kibâr Fî Esfâri'l-Bihâr: 1645-46 yılında başlayan Girit Seferi dolayısıyla kaleme alınan eser, Osmanlıların ilk devirlerinden başlamak üzere 1656 tarihine kadar gerek karada, gerek denizde geçen olaylarda eksik tedbirleri ve işlenilen hataları, Girit Seferindeki yenilgilerin sebebi olan hataları ve tedbirsizlikleri gösterir, bunların çarelerini anlatır. Tavsiyelerini kitabın sonunda toplar. Müteferrika, eseri tab ederken Dünya haritası, Akdeniz ve Karadeniz, Akdeniz'de Osmanlı Devleti'nin elinde bulunan adalar, Adriyatik Denizi adaları olmak üzere dört harita; biri Akdeniz ve Karadeniz'de seyir eden Müslümanların dilinde, diğeri Muhit-i şarki'de (Hint Okyanusu) gezen Hint, Sind ve Farisi lisanlarına göre 32 rüzgârın cihetini gösteren iki pusula koymuştur. Kâtip geçen hadiseleri faydalandığı kitaptan seçmeler yaparak meydana getirmiştir. Eserin aslı Johannes Zouaras, Nicestas Acominate, Nicephorus Gregoras ve Atinalı Laonikos Chalcondyles'in kaleme aldıktan eserdir. Eserde İstanbul'da hüküm sürmüş Bizans ve Osmanlı hanedanı zamanlarında geçen olayları, İstanbul'un suyollarını, çukur bostanlarını, yangınları, depremleri vb. konular işlenmiştir. Çelebi eserinde ayrıca. Mora, Venedik, Arnavutluk ve diğer Akdeniz sahilindeki Avrupa ülkeleri hakkında bilgi verir. Eserin 1831 yılında İngilizceye tercümesi yapılmıştır.
13- Câmi'ül-Mütûn: Bu eser Kâtip Çelebi'nin muhtelif mevzulara ait tetkik ettiği 27 eserin hülasa ve şerhlerinden meydana gelen bir mecmuadır. Müellif her ilim dalında, ana metinlerden birini alarak hülasa etmiştir. Bu eseri iyice anlayan kimsenin "allâme-i zaman" olacağını söyler. Bunu ayrıca ihtisar etmiş ve adına "Muhtasar Camiü'l-Mütun" demiştir.
14-İrşadu'l-Hıyarâ ilâ Tarih-i Yunan ve'r-Rum ve'n-Nasarâ: Avrupalıların dinleri, hükümdarların âdet ve kanunları, ülkelerin idare tarzları, seçim usulleri, Osmanlılarla ilişkiler vb. konuları kapsayan küçük bir risaledir.
15- Tarih-i Konstantınıyye Ve Kayasiriyye (Revnaku's-Saltana): Kâtip Çelebi kendi ifadesiyle bu eseri, 1579 senesine gelinceye kadarki Şark'ta
16-Tarih-i Frengi Tercümesi: Johann Carion' un Chronicon adlı eserinin tercümesidir. Bu eseri Kâtip Çelebi İhlasi Mehmet Efendi ile birlikte Türkçeye çevirmiştir.
17- Kanunname: Kâtip Çelebi, “Mizanu'l-Hak”ta (s. 144) bir kanunname yazdığını söylerse de fazla bilgi vermez.
Şehrizade, Nevpeyda adlı eserinde "mufassal ve mutavassıt kanunnameleri cem etmiştir" der.
18-Recmü'r-Racım Bi's-Sin've'l-Cim: Garip fıkıh meselelerini ve fetvaları bir araya getiren bu eserin kayıp olduğu tahmin edilmektedir.
19- Beyzavi Tefsirinin Şerhi: Kâtip Çelebi, Beyzavi Tefsir derslerini hocası A'reç Mustafa Efendi'den okumuş, günde bir sahife olmak üzere şerhini yazmaya başlamıştır. Bu çalışmanın ya başladığı gibi kaldığı, ya da kaybolduğu sanılmaktadır.
20- Muhammediye Şerhi (Hüsnü'l-Hidaye): Akhisarlı âlim Ahmed Rumi'nin oğlu olan talebesi Mevlâna Mahmud’un ricası üzerine, Ali Kuşçu'nun Muhammediye'sine yazdığı bu şerh talebesinin vefatı üzerine kalmıştır. Yazmanın kaybolduğu sanılmaktadır.
21- Tütün hakkında risalesi: Mizânu'lHak'da bu risaleden söz etmektedir.
22- Zeyl-i Cihannümâ,
23- Müntehab-ı Bahriyye,
24-Nübüvvet Ve Millet Hakkında Risale,
25-Tercüme-i Tarabi'l-Mecâlis,
26- Fezleketü'l-Akvâl,
27- Tercüme-i Envar-ı Süheyli (Kelile ve Dimne Tercümesi).
Prof. Dr. Said Öztürk