ŞEMSEDDİN SÂMİ

ŞEMSEDDİN SÂMİ

01/07/2025

             Zira kendi lisanının mükemmel bir lügatine malik olmayan kavim kütüphaneler dolusu kitaplara malik olsa dahi yine mazbut bir lisan-ı edebîye malik addolunamaz."

             Kāmûs-ı Türkî’nin müellifi, dil bilgini, gazeteci, tiyatro ve roman yazarı Şemseddin Sâmi’yi vefatının sene-i devriyesinde rahmet ve saygıyla yâd ediyoruz.

             Ekrem ERDEM
             Genel Başkan

 

             ŞEMSEDDİN SÂMİ (1850-1904)

             1 Haziran 1850’de Yanya (Janinë) vilâyetinin Ergiri (Gjirokastër) sancağına bağlı Pırmeti kazasının Fraşiri (Frashëri) köyünde doğdu. Arnavutça literatürde daha çok Sâmi Frashëri olarak tanınmıştır. Babası Hâlid Bey ile büyük babası Durmuş Bey, Berat’tan Fraşiri’ye gelip yerleşmiş timar beyleri neslinden, annesi Emine Hanım ise Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid devri ileri gelenlerinden İmrahor İlyas Bey’in soyundandır. İlk öğrenimine başladığı Fraşiri’de Kalkandelenli Mahmud Efendi’den Arapça ve Farsça dersleri aldı. Küçük yaşta önce babasını (1859), iki yıl sonra annesini kaybedince ağabeyi Abdül Fraşiri’nin yanında diğer beş kardeşiyle beraber Yanya’ya gitti (1865). Burada büyük kardeşi Naim Fraşiri ile birlikte Zosimea Rum Lisesi’ne kaydoldu ve sekiz yıllık okulu yedi yılda bitirdi (1871). Yeni ve modern bir öğrenim programının uygulandığı bu okulda Latince, Rumca, İtalyanca ve Fransızca öğrendi; Müderris Yâkub Efendi gibi bazı hocaların yanında Arapça ve Farsça’sını geliştirdi. Bir süre Yanya Mektûbî Kalemi’nde çalıştı.

             1872’de İstanbul’a giden Şemseddin Sâmi, Naim Fraşiri ile birlikte Matbuat Kalemi’nde çalışmaya başladı. Bu arada Hadîka gazetesinde yazılar yazdı, Fransızca’dan çeşitli tercümeler yaptı. Aynı yıl Türk edebiyatının ilk telif romanı kabul edilen Taaşşuk-ı Tal‘at ve Fitnat’ı yayımladı. Yayımını üstlendiği ve günlük çıkardığı Hadîka’nın kapanmasıyla Sirâc gazetesine geçti. Nisan 1873’te Nâmık Kemal’in Vatan yahut Silistre adlı piyesinin Gedikpaşa’daki Osmanlı Tiyatrosu’nda sahneye konması üzerine çıkan olaylar sırasında Sirâc da kapandı. Matbuat Kalemi’ndeki görevini sürdürürken bir yandan da bazı tiyatro eserleri kaleme aldı. Bu sırada Trablusgarp vilâyet gazetesini çıkarmak için İstanbul’dan tecrübeli bir gazeteci istenince Matbuat Müdüriyeti tarafından Trablusgarp’a gönderildi (1874). Yeni görev yerine Yanya, Brindisi, Mesina ve Napoli yoluyla gitmesi ona Avrupa’nın bir kısmını görme fırsatı verdi. Orada bir yıl kadar Türkçe-Arapça yayımlanan Trablusgarb gazetesinin başyazarlığını yaptı. 1875’te İstanbul’a döndü, yine gazeteciliğe devam ederken bazı tiyatro eserlerini yayımladı. Rodos’ta sürgünde bulunan Ebüzziyâ Mehmed Tevfik adına imtiyazını aldığı Muharrir mecmuasını çıkardı (1876). 9 Şubat 1876’da Mihran Efendi ile birlikte Türk basın tarihinin önde gelen yayın organlarından olan Sabah gazetesini kurdu ve kamuoyunda büyük ilgi gören gazetenin bir yıl kadar başyazarlığını yaptı. Sava Paşa, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd valiliğine tayin edilince mühürdarı sıfatıyla 1877’de onunla beraber Rodos’a gitti. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın çıkması ve Rus ordularının Balkanlar’a kadar inmesi üzerine beş ay sonra gittiği Yanya’da Âbidin Paşa nezaretinde kurulan Sevkiyyât-ı Askeriyye Komisyonu’nda kâtip olarak çalıştı. Ayastefanos Antlaşması ile savaşın sona ermesinin ardından İstanbul’a döndü ve bu defa Tercümân-ı Şark gazetesinin başyazarı oldu; burada “Şundan Bundan” başlığıyla fıkralar yazdı.

             Savaştan sonra toplanan Berlin Kongresi’ni takip eden günlerde Arnavutluk topraklarından bir kısmının Yunanistan’a bırakılmasını öngören Ayastefanos Antlaşması hükümlerine bir nevi tepki olarak ortaya çıkan, liderliğini ağabeyi Abdül Bey’in yaptığı Arnavut ittihadı (Prizren Arnavut Cemiyeti) grubuyla o da yakından ilgilendi. Bu arada Rumeli ve Balkan meseleleriyle ilgili siyasal içerikli yazılar yazdı; yazılarında Arnavutlar’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılmak gibi bir niyetlerinin olmadığını belirtti. Bu sırada Arnavutluk meselesini birtakım siyasî manevralarla halletmeyi tasarlayan II. Abdülhamid’in bilgisi dahilinde kurulan Cem‘iyyet-i İlmiyye-i Arnavûdiyye’nin kurucuları arasında Abdül Bey ve Sava Efendi ile birlikte Şemseddin Sâmi de yer aldı. Cemiyet adına İstanbul Cemiyeti Alfabesi (İstanbul Alfabesi) adıyla tanınan ve Latin harflerini esas alan bir Arnavut alfabesi düzenlediği gibi Arnavutça’nın gramerini de hazırladı. 1878’de Tercümân-ı Şark gazetesinin kapanmasıyla gazetecilik hayatı sona eren Şemseddin Sâmi, ertesi yıl yine Mihran Efendi ile birlikte kurduğu Cep Kütüphanesi’nde GökYerİnsanMedeniyyet-i İslâmiyyeKadınlar ve Esâtîr adlarıyla ansiklopedik nitelikte bilgiler içeren küçük hacimli kitaplar yayımladı. 1880’de II. Abdülhamid’in iradesiyle saraya alınarak Mâbeyn-i Hümâyun’da kurulan Teftîş-i Askerî Komisyonu kâtipliğiyle görevlendirildi. Hayatının sonuna kadar sürdürdüğü bu görevinde rahat bir çalışma ortamı içinde sözlüklerini ve diğer önemli eserlerini hazırladı.

             Yine bu sırada Victor Hugo’nun Sefiller’ini Türkçe’ye çevirmeye başladı. Hemen arkasından Aile (1880, üç sayı) ve Hafta (1881-1882) dergilerini çıkardı. 1882’de Fransızca’dan Türkçe’ye Kāmûs-ı Fransevî’yi yayımladı. Bunu Türkçe’den Fransızca’ya Kāmûs-ı Fransevî takip etti (1885); bu eseri dolayısıyla II. Abdülhamid tarafından kendisine “Ûlâ sınıf-ı sânîsi” rütbesiyle İftihar madalyası verildi. Ertesi yıl Küçük Kāmûs-ı Fransevî’yi yayımladı. Bu yoğun faaliyetler arasında ancak 1884’te evlenebildi ve Erenköy’de yaptırdığı köşke yerleşti. 1889-1898 yılları arasında tek başına hazırlayıp tamamladığı tarih, coğrafya ve meşhur adamlar ansiklopedisini Kāmûsü’l-a‘lâm adıyla neşretti. Bu büyük eserin fasiküller halinde yayımı sırasında 1892’de Teftîş-i Askerî Komisyonu başkâtipliğine yükseltildi; 1894’te Ûlâ sınıf-ı evveli rütbesine terfi ettirildi. 1896’da yine formalar halinde Kāmûs-ı Arabî’yi neşretmeye başladı. Bütün bu faaliyetleri sürdürürken bir yandan da dil öğrenimi konusunda küçük hacimli kitaplar ve Türkçe’nin ıslahı üzerine çeşitli makaleler kaleme aldı. 1900’de Türk dilinin en önemli sözlüklerinden olan Kāmûs-ı Türkî’yi yayımladı. Bu arada Kütübhâne-i Müntehabât adıyla bir seri kitap neşrine başladı. Çeşitli hastalıklarına rağmen hayatının son yıllarında kendini doğrudan doğruya Türk dili ve edebiyatı araştırmalarına veren Şemseddin Sâmi bu sırada vaktinin büyük bir kısmını Orhun ÂbideleriKutadgu Biliget-Tuhfetü’z-zekiyye fi’l-lugati’t-Türkiyye ve Lehce-i Türkiyye-i Memâlik-i Mısır gibi Türk kültürünün bazı temel eserlerini hazırlamakla geçirdi. Ancak maddî imkânsızlıklar ve rahatsızlıkları yüzünden bu eserleri yayımlaması mümkün olmadı. Henüz verimli olabileceği bir yaşta iken 18 Haziran 1904’te vefat etti ve Erenköy’de Sahrayıcedit Mezarlığı’na defnedildi. 1968 yılında kemikleri Feriköy’deki aile kabristanına nakledildi. Daha sonra adı Fatih’te Akdeniz caddesi üzerindeki bir sokağa verildi.

 

Kaynak: TDV İslâm Ansiklopedisi

Galeri