EKREM ERDEM SEMPOZYUMA DAİR BİR DEMEÇ YAYIMLADI
27/09/2025Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği (TDED) Genel Başkanı Ekrem Erdem, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Uluslararası Balkan Üniversitesi (Makedonya) ve Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği (TDED) tarafından 24-26 Eylül 2025 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen “Geçmişten Günümüze Türkçenin İmlası” başlıklı uluslararası sempozyumunun hedeflerine ve sonucuna dair bir demeç yayımladı.
***
Bir ülkenin kalkınması ve muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkması, her alanda yapılacak toplu mücadelelerle mümkündür. Ekonomide, bilimde, teknolojide yaşanan gelişmişlik; elbette bir ülkenin en önemli güç göstergesidir. Bütün bu alanlarda başarılı olmanın yolu güçlü bir medeniyet dilinden geçer. Unutulmamalı ki güçlü medeniyetler, ancak güçlü dillerle inşa edilebilir. Toplumlara can veren, ruh kazandıran ve şuurlu bir biçimde bir arada tutarak geleceğe hazırlayan, kimliğini muhafaza eden temel harç dildir.
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği, Türkiye Yüzyılında, dilin temeli olan imla kurallarını günün ihtiyaçlarına cevap verecek, çelişkilerden uzak, basit, anlaşılır ve kafa karışıklığı yaratmayan, ideolojik dayatmalardan arındırılmış yeni bir "İmla Kılavuzu"na ihtiyaç olduğu inancıyla “Uluslararası Geçmişten Günümüze Türkçenin İmlâsı Uluslararası Sempozyumu”nun düzenlenmesine ön ayak olmuştur.
TDK tarafından hazırlanan imla kılavuzu birçok değişiklikle onlarca defa yayımlanmıştır. Ancak bugüne kadar üzerinde mutabakat sağlanan, kendi içinde tutarlı, toplumda kabul gören ideal bir "İmla Kılavuzu" hazırlanamamıştır.
Alıntı kelimelerin yazımından birleşik kelimelerin yazımına, uzatma ve inceltme işaretlerinin kullanımından yabancı dillerden geçen kelimelerde çift l harfinin yazımına kadar birçok konuda fikir birliğine varılamamış ve kafa karışıklıkları giderilememiştir.
İmla konusunda yaşanan sıkıntıların başında, halk arasında şapka olarak bilinen uzatma işareti ile ilgili kafa karışıklığıdır. Kaldırılıp kaldırılmadığı noktasında tam bir netlik yoktur. Kimimize göre kaldırıldı, kimimize göre kaldırılmadı.
Dil tartışmalarının en yoğun yapıldığı dönemlerden biri 60 darbesi sonrasıdır. 1965’te “imlâmızda uzatma işaretini taşıyan her kelime yabancı” kabul edilmiş ve yeni bir karışıklığa zemin hazırlanmıştır. “Uzun ünlü, Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren adalet, işaret, idare, ifade, şair, vali… vb. kelimelerde görülür. Ancak bu uzun ünlüler yazıda herhangi bir işaretle gösterilmez” kuralı bu dönemin en garip kurallarından biridir.
“İmlamızda uzatma işaretini taşıyan her kelime yabancıdır.” diyerek; kültürümüze mal olmuş kelimelerin bir anda yabancılaştırılmasının ne yararı var? Kelime hazinemizi daralttığı gibi tarih ve medeniyetimize her gün biraz daha yabancılaşıyor. Türk dünyası dâhil olmak üzere gönül coğrafyamızdan da uzaklaşıyoruz.
İmla kılavuzunda uzun ünlülerin gösterilmemesinin sebep olduğu kargaşa, birçok kelimenin yanlış telaffuz edilmesine yol açmakta, bin yıllık medeniyetimizden bugüne tevarüs eden, dil estetiğimize ait bir ses olan uzun ünlülerin kısa; kısa ünlülerin uzun okunması, Türkçenin ses ahengini bozmaktadır.
Uzatma ve inceltme işaretlerinin kaldırılması, toplumda kabul görmediği gibi uygulamada da birçok karışıklığa sebep olmuş ve olmaya devam ediyor. TDK’nın uygulamalarından rahatsız olan Millî Eğitim Bakanlığı (TDK’dan bağımsız olarak) 12 Nisan 1982 tarihli Tebliğler Dergisi’nde bakanlık teşkilatı içinde yazım birliğini sağlamak üzere bir tebliğ yayımlamış ve yazışmalarda düzeltme işaretinin kullanılmasını bildirmiştir. Bunun üzerine TDK, kısmen de olsa kararından geri adım atarak düzeltme işaretini uygulamaya koymuştur.
Uzatma ve inceltme işaretlerinin kaldırılmasından kaynaklanan karışıklıkları gidermek amacıyla uzatma ve inceltmelerin tek bir işaretle düzeltilmesi yoluna gidilmiş; ama bu düzeltme sıkıntıları giderememiştir. Çünkü uzatma ile inceltmenin aynı işaretle gösterilmesi de yeni bir sıkıntı oluşturmuştur.
Bilerek ve isteyerek hata yapacaksın sonra da düzeltmeye çalışacaksın. Düzeltirken de bir başka hataya daha sebep olacaksın. Uzatmayı, uzatma işaretiyle; inceltmeyi de inceltme işaretiyle göstererek dilimizin imlâ kurallarını anlaşılmaz hâle getirmesek olmaz mı?
TDK’nın en ilginç kurallarından biri de “Tanrı, Allah, İlah sözleri özel ad olarak kullanılmadıklarında küçük harfle başlar.” kuralıdır. Bu kurala göre Allah lafzı, “Eski Yunan tanrıları. Müzik dünyasının ilahı.” gibi kabul edilecek ve küçük harfle yazılacak. Türk edebiyatındaki tek örnek de Tarık Buğra’nın “Amerika'da kaçakçılığın allahları vardır.” cümlesi! Allah kelimesinin çoğulu olur mu? Bu, en hafif söyleyişle halkımızın kutsalına saygısızlıktır.
Türkçeye zarar veren bir uygulama da ayrı yazılan bitişik kelimeler meselesi. “Ayrı yazılan bitişik kelime ifadesi” bile rahatsız edici. Biz bu ifadeyi doğru kabul etsek de toplumda ayrı yazılan birleşik kelimeler karşılık bulmamıştır. Örneğin internet yerine türetilen genel ağ ayrı yazıldığı için internet geldi, genel ağı kovdu. Hoş geldin’i bitişik yazmamak için kurallar ihdas eder, yasaklar koyarsan welkam gelir, evinin kapısındaki paspastan hoş geldin’i kovar.
Kusura bakmayın, günümüzde futbol terimi olarak türetilen kelimelerde kaleci dışında Türkçe bir kelime kaldı mı? Ama bitişik yazılan ayakkabı; türkülerimize girmiş iskarpin, kundura gibi kelimelere rağmen tuttu.
Kendi içinde birbiri ile çelişen onlarca kuralla imlâ kılavuzunun anlaşılmaz hâle getirilmesi başta öğrenciler olmak üzere edebiyat ve düşünce çevrelerini rahatsız ediyor.
Bir iki örnek vermek gerekirse;
“Toprak altı, dam altı gibi tamlamalar ayrı yazılırken hasıraltı, yeraltı, altçene, altcins, altderi gibi terim niteliğindeki tamlamalar bitişik yazılır.” Kanunlarda bitişik olarak yer alan İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, Yükseköğretim Kurulu, Açıköğretim Fakültesi gibi kuruluş adları bitişik yazılırken açık öğretim terimi ayrı yazılıyor.
“Yol ve ulaşımla ilgili kelimeler ayrı yazılır.” diye bir kural koyarak alt geçit, tüp geçit, üst geçit, çevre yolu, deniz yolu, hava yolu, kara yolu gibi kelimeleri ayrı yazacaksın. Bunlar bitişik yazılsa ne olur. Bu ve benzeri kuralların ne yararı var?
Örnekler çoğaltılabilir. Önemli olan bugüne kadar yaşananlardan ders çıkararak yanlıştan bir an önce dönülmesidir. Bir anlam taşıyan kelimelerin bitişik yazılması esas olmalı, istisnalar nadiren olmalı. Böyle bir yola girildiğinde türetilen kelimelerin toplumda karşılık bulmasının yanında imlâ kılavuzu da gereksiz teferruattan kurtulmuş olur.
“Yabancı sözlerin imlâları da otuz altı yıllık denemeden sonra artık belirmiştir. Bu sözleri kullananların çoğu, okur-yazar insanlar oldukları için, aslına yakın şekilleri almakta direnmektedirler. Spor sözü, başlangıçta, birkaç dergi ve gazetede sıpor, sipor ya da ispor, ıspor şekillerinde yazıldı ise de tutunmaları sağlanamadı. Bu yolla yabancı kelimeleri Türkçeleştirme olanakları kaybolmuş bulunmaktadır. Halk, limon sözünü Türkçeleştirip ilimon yaptığı halde, bunu yazıya geçirip ilimon biçiminde imlâsını değiştirememiştir. Bu bakımlardan oldukça kolay konuşulan yabancı sözlere ünlü katmadan imlâya alınmaları zorunluğu vardır: İspor değil spor; tiren değil tren... gibi.”
Bu metin ne zaman imlâ kılavuzuna girmiş? Altmış darbesinden sonra dil üzerinden sağcılık solculuk tartışmalarının en yoğun yapıldığı 1965’te! Bu metni imlâ kılavuzuna ekleyenler ilericilik, medenilik adına ideolojik bir körlük içindeydiler.
Tamam da. Bu kadar edebiyat fakültemiz ve TDK’da görev yapan dilcilerimiz ne yaptılar? Türkçeyi yolgeçen hanına çeviren uygulamalara karşı ne yaptılar? Böyle bir teslimiyeti nasıl kabul ettiler? Anlamakta zorlanıyorum.
Bu tespitten sonra, “Alıntı Kelimelerin Yazılışı” başlığı altında konulan kurallara bakalım. “Çift ünsüz harfle başlayan Batı Kökenli alıntılar, ünsüzler arasına ünlü konulmadan yazılır.” kuralı konulur ve “Francala, gram, gramer, gramofon, grup, Hristiyan, kral, plan, problem, spor, trafik, tren,” benzeri kelimelerin orijinal hâliyle yazılmasında ısrar edilir.
“Bilim, sanat ve uzmanlık dallarında kullanılan bazı terimler (özgün biçimleri ile yazılırlar).” Kuralı için “Andante (müzik), cuprum (kimya), deseptyl (eczacılık), quercus, terminus technicus)” kelimeleri alıntılanır.
“Latin yazı sistemini kullanan dillerden alınma deyim ve sözler (özgün biçimleri ile yazılırlar).” kuralıyla sömürgeci egemenlerin kurallarına gönüllü teslimiyet tescil edilir.
“Veni, vidi, vici (Geldim, gördüm, yendim): conditio sine qua non (Olmazsa olmaz.); eppur si muove (Dünya her şeye rağmen dönüyor.): to be or not to be (olmak veya olmamak); l’art pour l’art (Sanat sanat içindir.); l’Erar c’est moi (Devlet benim.); traduttore traditore (Çevirmen haindir.); persona non grata (istenmeyen kişi) vb.
Bunun gerekçesi de Orhan Veli’nin bir şiirinde geçmesidir.
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi. (Orhan Veli Kanık)
Ama konu Arapça ve Farsça kökenli ortak medeniyet ve kültürümüzün kelimeleri olunca iki ünsüzle biten birtakım kelimelerin ünsüzleri arasında bir ünlü türetilir. Bahis (< Arapça bahs), emir (< Arapça emr), fikir (< Arapça fikr), ilim (< Arapça ilm), nakil (< Arapça nakl) , şehir (< Farsça şehr.
Bu arada alıntı kelimelerin Türkçeleştirilmesi için en iyi örneklerden İskarpin, iskele, iskelet, istasyon, istatistik, kulüp vb. kelimeler birkaç alıntıda geçiyor diye hafife alınarak değersizleştirilir.
Hadi bunu yapamıyoruz, iki ünsüzün arasına yazıda bir ünlü koymak, söylendiği gibi yazmak çok mu zor?
Görüldüğü gibi 1930’larda başlayan dilde sadeleştirme hareketi, günümüzde şekil değiştirerek Türkçeyi yolgeçen hanına çevirmiş, yabancı kelimeler hiçbir değişikliğe uğramadan dilimize aktarılmış ve aktarılmaktadır. Çünkü Türkçenin kendi kendini koruyan ve alıntı kelimeleri değiştiren, dönüştüren; Türkçenin “Söylendiği gibi yazılır yazıldığı gibi okunur” ilkesi, İngilizce kelimeler söz konusu olduğunda yok sayılmakta, harflerimiz İngilizce olarak seslendirilmektedir.
Birçok dil otoritesi tarafından yapısal özelliği sebebiyle bilişime en uygun dilin Türkçe olduğu ifade edilmektedir. Bizler dilimizin bu özelliği üzerinde yoğunlaşmak yerine yeni kural ve uygulamalarla neredeyse yerleşik kelimelerimizi de İngilizceye benzeterek bu özelliğini yok etmeye çalışıyoruz. Dilimiz yazılışı farklı, okunuşu farklı bir yöne doğru kayıyor. Maalesef İmlâ Kılavuzu’muz da görüldüğü gibi buna çanak tutuyor.
Bir de yabancı özel adların yazılış kuralları var ki tam bir fecaat. Her dile özel kurallar konmuş. İmlâ Kılavuzu’nun görevi dilde birliği sağlamak olması gerekirken burada tam tersi bir durum söz konusudur.
Buyurun!
Kural: “Latin yazı sistemini kullanan dillerdeki özel adlar özgün biçimleriyle yazılır. Ancak Batı dillerinde kullanılan adların okunuşları ayraç içinde gösterilebilir. Shakespeare (Şekspir)”.
Tarihe ve coğrafyaya ait özel adların bizde söylendiği gibi yazılması esastır. Ancak Latin alfabesi asıllı dillerdeki bu gibi özel adlar, ansiklopedi ve bilim kitaplarında orijinal dillerindeki yazılışlarıyla yazılıp, lazımsa okunuşları da yanlarında gösterilir.
Bir de kılavuzda bulunmayan ya da kılavuzdan çıkartılan kurallar var. Meselâ, eskiden dilimize yerleşmiş Batı kökenli kişi ve yer adları Türkçe söylenişlerine göre yazılır kuralı. Napolyon, Şarlken, Şarl: Atina, Brüksel, Cenevre, Londra, Marsilya, Münih, Paris, Roma, Selanik, Venedik, Viyana, Zürih, Hollanda, Letonya, Lüksemburg vb.
“Kökeni Arapça ve Farsça olan kişi ve yer adları Türkçenin ses ve yapı özelliklerine göre yazılır.” Ahmet, Bedrettin, Necmettin, Nizamettin; Cezayir, Fas, Filistin, Mısır; Bağdat, Cidde, İsfahan, İskenderiye, Medine, Mekke, Şam, Tahran, Tebriz, Trablusgarp vb.
“Yunanca adlar yazılırken Yunan harflerinin ses değerlerini karşılayan Türk harfleri kullanılır.” Homeros, Heredotos, Sokrates, Aristoteles, Platon, Venizelos, Onasis vb. Ancak Heredotos, Sokrates, Platon, Pythagoras, Eukleides adları dilimize Herodot, Sokrat, Aristo, Eflatun, Pisagor, Oklid biçimlerinde yerleşmiştir.
Rusça özel adlar yazılırken Rus harflerinin ses değerlerini karşılayan Türk harfleri kullanılır. Brejnev, Çaykovski, Çehov, Dostoyevski, Gogol, Gorbaçov, İlminskiy, Puşkin, Tolstoy, Yeltsin; Moskova, Petersburg, Volga, Yenisey vb.
Latin yazı sistemini kullanan dillerdeki özel adlara ayrı, Yunanca özel adlara ayrı, Rusça özel adlara ayrı kurallar koyacaksın. Kuralsızlığı kural yapacaksın. Böyle bir Türkçe imlâ kılavuzu olur mu? Atalarımız olayı çözmüş. Söylediği gibi yazmış, yazdığı gibi okumuş. Bu kadar basit. Kadim dilimiz Türkçeyi bugüne kadar koruyan en önemli özelliği “Söylendiği gibi yazılır, yazıldığı gibi okunur.” ilkesidir. Türkçeyi koruyarak geliştirmenin temel esaslarının başında bu ilke gelir.
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği olarak günün ihtiyaçlarına cevap verecek, çelişkilerden uzak, basit, anlaşılır ve kafa karışıklığı yaratmayan, ideolojik dayatmalardan arındırılmış yeni bir "İmla Kılavuzu"na ihtiyaç olduğu inanıyoruz.
Dernek olarak TDK tarafından yapılacak çalışmalarda her türlü desteğe hazır olduğumuzun da bilinmesini isterim. “Efradını cami ağyarını mâni” bir imlâ kılavuzu TDK’nın Türkiye Yüzyılına en büyük hediyesi olacaktır.