Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (98. Sayı)

Dünya üzerindeki sosyal, siyasi ve ekonomik
çalkantılar, toplumların alışageldikleri günlük
hayatlarını etkilediği gibi, insanların zihin
dünyalarındaki düşünce şablonlarını da etkiliyor.
Böylece yeni fikirlerin, yeni hissedişlerin, yeni gelecek
tasavvurlarının filizlenmesine de yol açılmış oluyor.
Bu arada sanat ve edebiyat da bu yeni süreçten nasibini
alıyor; ortaya post modern eğilimlerin dahi öngöremediği
yeni durumlar, yeni bakış açıları çıkıyor. ABD’deki
Başkanlık değişiminin yol açtığı sosyal hareketlenme,
bugüne kadar elit zümrelerin görmediği, tahayyül bile
etmediği protestolarla yepyeni bir trende işaret ediyor.
Hülasa dünya kazanının kaynaması için hep yakıt işlevi
görmüş yoksul ve biçare kesimlerin ayak sesleri kesilmiş,
onun yerini tahsilli, zengin ve entelektüel üst kesimlerden
gelen itiraz sesleri almış görünüyor.
Toplumlardaki sosyal değişmelerin vektörünü önceden
tayin etmek mümkün olmamakla beraber, değişim
ihtiyacının kendisi çok açık biçimde herkes tarafından
hissedilebilir ve öngörülebilir. Ne var ki, bunun için vicdanlardaki
hissedişi dillendirecek korkusuz, komplekssiz,
açık yürekli ve karizmatik önderlere ihtiyaç duyulur.
Sadece alışılagelmiş seçim süreçlerinin değil, o süreçlere
eşlik eden gönül seferberliklerinin ortaya çıkardığı
liderler, toplumdaki değişim ihtiyacını dillendirir, tekrarlar
ve vicdanlarda uyandırdığı farkındalıkla değişimin
önlenemez bir ihtiyaç olduğu hissiyatını pekiştirirler. Bu
kolay başarılabilir bir iş değildir. Mevcut sosyal ve siyasi
paradigma buna şiddetle tepki verir; yerleşik ekonomik
düzenin de desteğiyle sosyal dokudaki bütün hassasiyetlerin
uyanmasını, uyanan hassasiyetlerin de verilen
tepkiye katılmasını sağlamaya çalışırlar. Ancak değişimin
oturduğu zemin bir kez sallanmıştır artık. Tektonik
tabakaların birbirini itekleyerek oluşturduğu deprem
dalgaları gibi, sosyal değişimi başlatan fikri itirazlar da
ağızdan ağza, kulaktan kulağa, zihinden zihine yayılarak
önlenemez bir hal alır. İşte, bu an, sosyal çalkantıların
yeni bir düzen arayışıyla dengelenmeye en hazır olduğu
andır. Güçlü liderler bu anı kaçırmazlar, hâzık bir hekim
gibi eski yapının mahzurlarını ve hastalıklı kurumlarını
elden geçirerek taze, güçlü, sıcak bir dokunuşla toplumu
yeni istikametinde tekrar rayına oturturlar.
Öyle görünüyor ki, ülkemizin siyasi önderliğinde başlayan
itiraz sesleri, dünyanın başat toplumları tarafından
da dillendirilmeye başlamış. Henüz dünyanın beşten büyük
olduğu resmen kabul görmüş olmasa da, İkinci Dünya
Savaşı sonrasındaki en büyük askeri ittifak, bizzat kurucusu
tarafından işlevsiz ve köhnemiş bir kurum olarak
görülüyor. Ülkelerin ağababası böyle derse, diğerleri ne
demez? Batı ülkeleri derin bir endişe içerisinde, mevcut
yapının önlenemez çöküşüne tanık olmamaya çalışıyor.
Evet, mevcut dünya, insanlığın mutluluğuna katkı yapmayan
bugünkü yapının değişmesinden yana mı olacak,
yoksa değişim ihtiyacını görmezden gelerek onu daha
da tahkim mi edecek? Bazen insanın şöyle diyesi geliyor:
“Bugünkü dünya düzeni nasıl olsa adil değil. Acaba dünya
barışını korumak için BM düzenini savunmak yerine, dünyanın
altının üstüne gelmesini istemek daha mı doğrudur?
Olur ya, belki altı üstüne gelince fakir toplumlara zengin
olma, ezilen toplumlara da güçlü olma imkânı doğar.”
Ama hayır! Hiç değişmeyen evrensel yasa (sünnetullah)
gereği, bir toplum hâlihazırdaki tutumunu değiştirmedikçe
Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez (Ra’d/11).
Bize düşen, vicdani hissedişlerimize tercüman olan sese
kulak verip kendimizi, tutumumuzu doğru yönde değiştirmektir.
Bireyler değişip daha bilgili, daha ahlaklı, daha donanımlı
olduğu sürece, toplum da değişip aynı noktaya gelecek
demektir. Umulur ki, dünyanın diğer köşesinden gelen
değişim istekleri de insanlığın yararına olacak siyasi, sosyal
ve ekonomik gelişmelerin ayak seslerini veriyor olsun! Bilindiği
üzere, sıradan Hristiyanların hayatlarını yaşanmaz hale
çeviren Papalık doktrini, Reformasyon sürecinde Protestan
hareket tarafından büyük bir değişime zorlanmış, ancak
Luther ve Calvin gibi önderler Papalık doktrininin temel zaafı
olan Teslis inancını aşıp Tevhid inancını tekrar keşfetmeyi
başaramamışlardı. Tıpkı bunun gibi, modern dünyanın
ihtiyacı olan adil ve hakkaniyetli bir değişim dalgasının da
ekâbir elitlerin çığırışları altında sönümlenip büyük bir hayal
kırıklığına dönüşmesinden korkulur.
İşimiz, dilimizi ve edebiyatımızı sevdirip geliştirmek…
Ama öncelikli görevimiz, dilimizi ve edebiyatımızı salt
iletişim ve güzel vakit geçirme aracı olmaktan çıkarıp
dünya ve insanlık sorunlarının tefekkür ve tezekkür aracı
haline getirmektir. Güçlü milletlere bu yakışır.
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…

Hüseyin Altuntaş