Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (95. Sayı)

Editörden
Hüseyin ALTUNTAŞ
[email protected]

 


Değerli Okuyucularımız! Tarih yapmış, tarihe yön vermiş bir milletin
çocuklarıyız. İstesek de istemesek de bu
etkin maziden zihinlerimize intikal eden
kültür ve medeniyet kodlarını taşıyoruz.
Hoş, bundan son derece de memnunuz.
Ne var ki, bu kodların harekete geçirdiği heyecanlarımızı
bugün mazide kısmen eksik bıraktığımız bir değerle,
tefekkür ve akılcılıkla harmanlamalıyız. Tamamlamalıyız
demiyorum, harmanlamalıyız. Hep denir ya,
cephelerde kazandığımız zaferleri masa başında gereği
gibi sonuçlandıramayan enteresan bir tarzımız var.
Bu enteresanlık, duygu ve akıl bileşkemizdeki oranların
iyi ayarlanamamasından kaynaklanıyor. Heyecan ve
coşkularımızı tefekkür ve akılcılıkla dengelemeye yeterince
özen göstermiyoruz. Dolayısıyla tarihin etkin öznesi
olma konusundaki cesur ve atılgan yapımız, tarihin
nesnesi olan konulardaki akılcı ayarlamaları yapmada
bizi bir miktar ihmalkâr yapıyor.
Dememiz o ki, masa başındaki tavizkârlığımız
gereksiz cömertliğimizden ya da zeki diplomatlar istihdam
etmediğimizden değil, tefekkür ve akılcılığın
malzemesi olan bilgiye yeterli değeri vermememiz,
bilginin doldurması gereken boşluğu heyecan ve
coşkuyla doldurmayı çare olarak kabul edişimizden
kaynaklanıyor.
Bilgi nedir? Ne kadar da basit bir soru, değil mi?
Gerçekten öyle ama bilgiyi üretmenin gerektirdiği ruhsal
enerjinin merak ve tefekkür olduğunu ümmet düzeyinde
unutalı yüzyıllar oldu. Öyle de, merakı uyaran,
uyandıran, teşvik eden nedir? İşte, bütün bunlar, mensubu
bulunduğumuz büyük İslam medeniyetinin episdemik,
epistemolojik sorunlarının temelini teşkil ediyor.
Bir Batılı zoologu, Latin Amerika’nın cangıllarında ya
da Afrika’nın savanlarında pusuya yatırtıp alelade bir
kertenkelenin hayat macerasını araştırmaya sevk eden
merak dürtüsü neden bizde yok? Dinimizin bilme merakımızı
uyaran tefekkür emri, evrenin işleyişi hakkındaki
temel bilgileri kazanmamızı sağlayacak çok önemli bir
motivasyon kaynağı iken, ümmetin en zeki bireylerini
evrenin görünen ayetlerini incelemek yerine ruhsal
hissedişleri konu alan sübjektif mistisizme sevk eden
tasavvuf felsefesinin ve onun ehlileştirilmiş (Sünnileştirilmiş)
versiyonunun tefekkürün mevta haline gelmesinde
büyük etkisi olduğunu düşünenlerdenim. Kültürümüze
kattığı zenginlik bir tarafa, tefekkür dünyamızdan
eksilttiği merak ve araştırma dürtüsü bize çok pahalıya
mal olmuş bulunuyor. Kaynağı itibariyle “varlığın birliği”
kabulünü esas alıp İslam’ın ontolojik izahını çarpıtan
ve bunu İslam’ın terminolojisiyle kamufle eden Doğu
mistisizmi, İslam ümmetinin evrenle alakalı gerçeklik
algısını derinden etkilemiş, bu da bilimsel merakın ölümüne,
tefekkür geleneğimizin bitkisel hayata girmesine
neden olmuştur.
Evet, eğitim anlayışımız gözden geçirilmeli, tefekkürü
ve bilimsel merakı uyarma, uyandırma perspektifi
modern eğitimin şiarı olmalıdır. Medeniyetimizi yeniden
canlandırma iştiyakı, bugün en çok ihtiyacımızın
olduğu şeydir. Ancak bu, medeniyetimizin safralarını
da yeniden sırtımıza alıp bugüne taşıma anlamına
gelmemelidir. Her medeniyette olduğu gibi, beşeri
tecrübeler yığını içerisinde bize ait birçok yanlışın,
anakronik yaklaşımın bulunması doğaldır. Ölmek
üzere olan bir saksı çiçeğini yeniden sağaltmak için
köklerine musallat olmuş ve onu bu hale getirmiş zararlı
bakterileri de beslemek zorunda değiliz. Sahih
akidenin talim ettiği varlık ve bilgi anlayışını, mistik
ve mesiyanik anlayışların tasallutundan kurtarıp genç
dimağların tefekkür dünyasına sokmamız gerekiyor.
Medeniyetimizin yeniden canlandırılması sürecinin
doğru ve verimli yönetilmesi için Kur’an’ın talim
ettiği “varlık” ve “bilgi” anlayışının genç nesillerimizce
öğrenilip içselleştirilmesi, ihmal edilemez bir öneme
sahiptir. Gerek bilimsel merak ve tefekkür eksikliğinin
yol açtığı geri kalmışlığın gerekse heretik
ve mesiyanik dinî hareketlerin neden olduğu ahlaki
yozlaşmanın izalesi ancak böyle mümkün olabilir.
Bu sayımızla da yine önünüze pek çok şiir, makale
ve diğer edebi türde yazılar getiriyoruz. Üzeyir
İlbak’ın Tarih Bilinci, Hasan Arıkan’ın Orhan Veli ve
Divan Şiirimiz, Yesevîzâde Alparslan Yasa’nın Müslüman
Terörist Olabilir mi? başlıklı makaleleri, Serpil
Tuncer’in Ekmek Teknesi başlıklı hikâyesi, Aykut
Nasip Kelebek’in Ahmet Mithat Efendiler İle Abdullah
Cevdetler Arasında başlıklı eleştiri yazısı bunlardan
sadece birkaçı…
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…