Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (77. Sayı)

Editörden
Hüseyin ALTUNTAŞ

Değerli Okuyucularımız!
Üstat Cemil Meriç’in “hür tefekkürün kaleleri” olarak gördüğü dergiler, 18.
yüzyıldaki ilk örneklerinden beri toplumların fikir ve kültür birikimlerini geliştiren,
koruyan ve geleceğe intikal ettiren temel araçlar olarak işlev gördü. Çıkış yeri
Batı olmakla beraber dergilerin yeni fikirlerin, yeni estetik arayışların filizlenme
ve demlenme yerleri olduğu zamanla diğer toplumlar tarafından da fark edildi.
Böylece gecikmeli de olsa, Osmanlı’nın temsil ettiği İslam medeniyet havzasında
da çeşitli dergiler yayımlanmaya başladı.
Ancak kabul etmek gerekir ki, bir yeniliği, bir ürünü, bir metodu ilk kim keşfetmiş,
üretmiş ve işlerliğe koymuşsa, o şeyin telif ve patent hakkı da onundur.
Ne kadar geliştirilirse geliştirilsin, ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, her bir
keşfin/aletin/ürünün üzerinde ilk hak sahibinden bir iz, bir işaret ve alamet kalmakta,
o şeyin cibilliyetini ele veren bu iz âdeta insanlığa o şeyi ilk yapanın,
üretenin, sunanın imzasını hatırlatmaktadır.
Bu sayımızda sizlere Üzeyir İlbak’ın dergiyi ve dergilerimizi ele aldığı önemli
bir makalesini sunuyoruz. Elbette onun yanı sıra birçok şiir, hikâye ve deneme
yazımız da var. Dilimize mecmua sözcüğüyle giren dergiler, menşei itibarıyla
Batı’ya ait olmakla beraber Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde bizde de
önemli işlevler görmüş, değişik alanlarda çıkarılan bu dergiler bir bakıma tefekkür
üretim merkezleri olarak faaliyet göstermiştir. İlaveten söyleyebiliriz ki,
dergilerimizin asıl işlevi, 19. yüzyıla kadar düz yazı/nesir alanında oldukça sınırlı
bir tecrübeye sahip kalmış edebiyat dünyamız için birer şair/yazar/aydın yetiştirme
ocağı olmasıdır.
İslam medeniyetinin belki de en dramatik talihsizliği, geliştirdiği bilim dallarını
bir adım daha ilerletip somut teknolojik ürünlere dönüştürememiş olmasıdır.
Arabayı tümseğin dibine kadar getirip onu aşmaya fırsat bulamadan başkalarına
kaptırmak ne büyük şanssızlık! İster şanssızlık denilsin, ister başarısızlık,
sonuç itibarıyla koskoca bir bilimsel birikim, İslam dünyasına meyvelerini veremeden
proje hâlinde açıkgöz Batı medeniyetinin eline geçmiştir. Bilim ve teknoloji
arasındaki sıkı ilişki, İslam dünyasındaki bu dramatik süreci açıklamaya en
müsait analoji konusudur. İslam bilginleri ilk dönemlerde devrimsel boyutta bir
bilim patlaması meydana getirmiş; ancak tıpta, matematikte, optikte, kimyada,
haritacılıkta, astronomide ulaştığı dev birikimi, sınırlı sayıdaki örneğin dışında
yaygın, sürdürülebilir ve satılabilir teknolojik ürünlere dönüştürememiştir. Kitap
dostu olarak şöhret bulmuş İslam medeniyetinin kitaptan mecmuaya geçiş için
yüzyıllarca Batı’yı beklemesi de benzer bir eksikliğimiz. Geçmişe yanmak ne
fayda! Ama “ah, o eşik bir aşılabilseydi!” diye hayıflanmanın da yeni ve büyük
hayaller kurmaya motive edici bir etkisi olacağı umulur.
Bu hakikat bir tarafa, geçmişten günümüze, bugün kültür, sanat ve edebiyat
adına ortada ne varsa, ülkemizde yayımlanan muhtelif dergilerin, kitapların
bir muhassalası olarak kültür birikimimize dâhil olmuştur. Zafer Acar’ın Sırat-ı
Müstakim/Sebilürreşad dergisiyle ilgili makalesi de bu anlamda önemli bir içerik
barındırıyor.
Hele de 12-17 Mayıs tarihlerinde Sirkeci Garı’nda yapılacak olan 6. Türkiye
Dergi Fuarı, bugün gelinen noktayı göstermesi bakımından dergiciliğimiz adına
daha da güncel bir anlam taşıyor. O hâlde daha çok dergi tüketelim, dergilerimize
yazarak, okuyarak destek olalım!
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…