Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (61. Sayı)

Değerli Dil ve Edebiyat Dostları! 

 

Yağmur, güneş, rüzgâr ve sis gibi meteorolojik olaylar nasıl gündelik hayatımızı etkiler,

içimize neşe veya hüzün verirse; medya araçlarıyla topluma iletilen, bazen iletilmeyi

de aşarak zihinlere boca edilen siyasi, ekonomik veya sosyal içerikli haberler, yorumlar,

iddialar, tartışmalar da ülkenin üzerine ölümcül bir sis gibi çöker; göz gözü görmez, diller

ne dediğini bilmez, kulaklar ne dediğini duymaz olur. Öyle ki, gönüller kararır, duygular zedelenir,

fikirler küsüşür, toplum vicdanı derin bir yara gibi sızlar. Bu atmosfer nadiren iyimserliğe

yol açarken, ekseriyetle insanlarda nefes daralmalarına, boğucu iç sıkıntılarına, genel bir

kötümserliğe, hayatı ve olayları kasıtlı bir tarafgirlikle yorumlamaya neden olur.

Öyle de, bütün bunların edebiyatla ne ilgisi var? İlgisi var elbette… Edebiyatın edeple

ilgisi olduğu gibi, edebin de toplumlara musallat olan kabalık, nobranlık, hırçınlık, haddini

bilmezlik gibi ahlaki kusurlarla yakından ilgisi vardır. Medeniyet tasavvurumuzda hâl ve

davranış güzelliği, insanlara saygılı, nazik, kibar ve terbiyeli davranmak anlamına gelen

edep, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Toplum töresine uygun davranma. İyi ahlak, incelik, terbiye.

şeklinde benzer bir içerikle tanımlanıyor. Bu durumda edep, insanların birbirleriyle

iletişimlerinde uygulamaları gereken olumlu bir nitelik anlamına geliyor.

Bu anlamıyla edep, çeşitli deyim ve deyişlerle Türkçemizin her zaman en önemli sözcüklerinden

biri olmuştur. Hat sanatının en güzel örnekleriyle duvarları süsleyen “Edep

Yahu” levhaları, toplumumuzun geçmişte bu ahlak güzelliğine ne kadar kıymet atfettiğinin

bir göstergesidir.

Edebiyata gelince; edebiyat, insan davranışlarına egemen olması gereken edebin

söz sanatlarına uyarlanmasından ibarettir. İnsanlara nasıl nezaketle, zarafetle, alçakgönüllülükle,

ölçülü, vakarlı ve terbiyeli bir eda ile davranmamız gerekiyorsa, sözleri, sözcükleri,

cümle ve deyişleri de aynı güzellik, ölçülülük, zarafet ve incelik içinde kullanmamız

gerekir. Eğer böyle yaparsak, insanlara sarf edeceğimiz sözleri de edeple, edep içinde

söylemiş oluruz. Edepli sözler, edebiyattır. Şiirler, hikâyeler, romanlar, denemeler, hatıratlar

ve saymadığımız diğer söz ürünleri ancak bu sanatsal tarzla insanların beğenisine

mazhar olabilirler. Söz sanatlarındaki zarafet, gerek ses sanatının gerekse plastik sanatların

estetik etkisinden daha az çarpıcı değildir.

Lale Devri sanatçılarından Levni’nin Gül Koklayan Hanım minyatürü veya Rafael’in

Mavi Taçlı Madonna tablosu bakanlara nasıl estetik bir haz veriyorsa; Sadettin

Kaynak’ın “Dertliyim ruhuma hicranımı sardım da yine” adlı segâh şarkısı veya İspanyol

J. Rodrigo’nun Gitar Konçertosu dinleyenlerin kulaklarını nasıl yıkayıp geçiyorsa; harfleri

sihirli bir formülle sıralayarak insanlara seslenen Kuss bin Sâide’nin Ukaz’da Mekkelilere

verdiği; W. Shakespeare’in ise Marcus Antonius’un ağzından Romalılara yaptığı meşhur

hitabeler de birer söz sanatı olarak insanların gönül tellerini o ölçüde titretir.

Şimdi gelelim ilk paragrafımızı açımlamaya… Bugünlerde toplumumuz edepten, edebiyattan

yana pek mutlu günler yaşamıyor. Medyayı ve sosyal medyayı çokça kullanan

sıradan vatandaşlarımızın, gazetecilerimizin ve kanaat önderlerimizin nükte, latife, espri

[humor] eksikliği, halkı yoğun bir memnuniyetsizlik hissine sevk edecek kırıcı bir dilin

kullanılmasına yol açıyor. İnsanlarımız nezaketin, zarafetin, nükte ve inceliğin büyüleyici

etkisiyle neşelenecekken, kırıcı, incitici, kaba, sert, nobranca bir dil kullanıldığı için

gönüllere bunaltı veren bir hissiyata kapılıyor. Sonra? İster istemez, bu toplumsal ruh

hâlimiz, şairinden hikâyecisine, denemecisinden romancısına, yazarından okuyucusuna,

söz edebimizi inanılmaz ölçüde etkiliyor. Düşünelim; söz edebini zayi eden bir toplumun

kıymetli edebi eserler verebilme yetisi de oldukça zayıflamaz mı?

Katledilmiş sözcüklerden, yaralanmış berelenmiş deyimlerden, mancınıkla atılmış iftiralardan,

yaka paça edilmiş hitap tarzlarından oluşmuş bu kirli savaştan galip çıkmak

mümkün mü? Alan körlüğüne düşüp de kendini galip zannedenin, kazandığı zaferle Pirus

kadar bile mutlu olma imkânı var mı?

Nazmedeni bilinmeyen şu beyit ne de güzel anlatıyor bu nahoş durumu?

Nadan ile sohbet etmek güçtür bilene…

Çünkü nadan ne gelirse söyler diline...

Hüseyin ALTUNTAŞ