Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (148. Sayı)

ZAMAN, TARİH VE ÇAĞ
ÇEŞİTLEMELER
Üzeyir İlbak

“Karacaoğlan ‘kim var imiş’ diye sorar, onların kanlı
canlı insanlar olduklarını hatırlatacak şekilde, şimdi
yok olduklarını değil bir zamanlar var olduklarını
ifade ederek. Dönüp seyrettiğimiz zamanlar için
bir yokluk söz konusu ise, o bizim yokluğumuzdur,
anlama çabasıyla telafi etmeye çalıştığımız yokluğumuz.
‘Onlardan sonrası’ olduğumuzun ve bir de
‘bizden sonrası’ olacağının bilinciyle, yani bugüne
ait ve geleceğe dönük bir perspektifle anlamağa
çalıştığımız birileridir mazinin insanları. Yunus gibi
ölüm gerçeği ve ahiret üzerine düşünmek isteyenler
felsefeye yönelse gerektir, Karacaoğlan gibi hayat
ve dünya üzerine düşünmek isteyen ise tarihe”
(Cemal Kafadar, Biz Burada Yoğ İken).

Selçuklu tarih ve medeniyetinin tam anlamıyla bilinmediği,
Osmanlı siyasî ve kültürel mirasının Cumhuriyet’e ve
Osmanlı’nın çekildiği topraklarda kurulan yeni devletlere
ne bıraktığı bilgisinin Oryantalist algılarla aktarılmadığı
bir fetret yaşandı. 1453'te İstanbul'un fethiyle kendisini
Doğu Roma İmparatorluğu'nun mirasçısı ve Müslüman dünyasının
lideri ilan eden Fatih Sultan Mehmed’in amacı modern zamanların
tarih, siyaset ve strateji kurulları tarafından yeniden
yorumlanmaya muhtaçtı; ancak bu da yapılmadı veya yapılmak
istenmedi. Cumhuriyet'in birinci nesli Eti, Hitit ve Sümer’le ilişki
kurmaya çalıştı. Dönemin kimi aydınları da başka gerekçelerle
Müslüman dedelerini yok sayarak Şaman atalarının izini yeni
dünyalarına taşımak istedi. İfrat ve tefrit tarih boyunca hiçbir
milleti aydınlığa çıkarmamıştı, bundan sonra da çıkarmayacaktı.
Zira kökle dal arasındaki ilişki gövde ile mümkündü. Amaç
gövdesiz bir inşa, kolonsuz ve kirişsiz bir ev yapmaktı; ancak bu
mümkün değildi ve eksik kaldı.
Toplumu ideolojik aidiyetlerle karşıtlıklar ekseninde tanımlayıp
ayrıştırmanın bir kazanımı olmadı. Cumhuriyet'in ilanının
yüzüncü yılı eşiğinde yeniden düşünmek ve hayatı anlamlandırmak
için zamanımız varken Karacaoğlan'ın “Sual eylen
bizden evvel gelene/Kim var imiş biz burada yoğ iken” söyleyişine
yoğunlaşmaya ve bu sorunun içindeki "biz" ifadesinin coğrafya
ile sınırlı olmadığını, "biz"in “hâlihazırda dünyayı paylaşan
insanlar" olduğunu anlamamız gerek. Bunu anlamadığımız için
yaşadığımız salgın günlerinde "biz" daha bir anlam kazanırken;
aşı milliyetçiliği ve “önce biz” sapkınlığı güç sahibi insanın, insanlığa
yabancı oluşunun çığlığına dönüştü.
II.
Anadolu, yok olmayan büyük bir tarihî mirasın taşıyıcısıdır.
MÖ. 11.400 yılına tarihlenen Göbeklitepe ve sonraki
yıllarda yerleşik hayat-tarım toplumu örneklerinin görüldüğü
Çatalhöyük, bize tevarüs eden mirasın, Roma-Grek öncesi medeniyetlere
ait olduğunu gösteriyor. Hititler, Hattiler, Frigler,
Lidyalılar, İyonyalılar, Urartular bu coğrafyanın medeniyet ve
kültürüne katkıda bulunmuşlardır. Tarih boyunca Anadolu’da
kırk iki medeniyet kurulduğu ve bu medeniyetlerin her birinin
dünya medeniyetlerine büyük katkılar sağladığı ve insanlığın
bugüne ulaşmasında etkili olduğu bilinmektedir. Efesli, Miletli,
Asoslu filozofları Felsefe Tarihi’nden çıkardığınızda düşünce
dünyası çoraklaşır. Nemrut, Komagene, Kapadokya, Sagalasos,
Efes, Didim, Asos, Erzurum, Ani, Sivas, Konya ve İstanbul medeniyet
tarihinden çıkarıldığında insanlık tarihi muğlaklaşır ki bu
anlamda Anadolu’da aynı önemi haiz üç bin şehrin varlığından
söz edilir. Anadolu Müslümanlarla da bu büyük medeniyet birikimini
sürdürür. Selçuklu, Beylikler dönemi ve Osmanlı Devleti
de kendinden öncesi ile bütünleşerek medeniyet geleneğini
büyütmeye devam eder. Ayasofya, Zeyrek Camii (Pantokrator
Manastırı Kilisesi), Kariye Camii (Azize Kurtarıcı Hora Kilisesi)
olmasa Süleymaniye, Selimiye ve Sultanahmet olur muydu?
Düşünmeye ve anlamaya ihtiyaç var.
Tarihi sadece savaşlar -fetihler- işgaller ve istilalar üzerinden
okumak yerine; tarihin birleştirici, aşılayıcı, bütünleştirici,
ayıklayıcı ve yeniden inşa edici taraflarını da görmek gerek.
Tarihin yakıcı ve insanlığı kahredici negatif hikâyeleri kadar;
büyüleyici, ihya ve inşa edici bir büyük kapısı da var. Kültür,
medeniyet ve sanata açılan kapıdan tarihe adım attığımızda
zamanın yeniden insanla ve insanlıkla buluşmasını, geleceğe
dair bir anlam ve değer yüklenerek akmasını sağlayabiliriz.
III.
Fazıl Hüsnü Dağlarca “Çanakkale Yeni Türkiye’nin önsözüdür”
derken ne kadar samimiydi, bilmiyorum. Çanakkale ve Gelibolu
Yarımadası direnişi, kurtuluş ve kuruluş mücadelesinin kapısı
olmasına rağmen kimi ideolojik endişe ve aidiyetlerle eksilerek
1980’li yıllara kadar görmezden gelindi. Kurtuluş ve kuruluş nesli
jakoben bir tutumla en genel temel aidiyetleri değiştirme ihtiyacı
duydu. Alfabe ve dil gelenekle ilişkileri kesmede en etkili araçların
başında geliyordu ve başarılı bir şekilde yürürlüğe konuldu. Kılık-kıyafet
alanında yapılan değişiklikle masum insanların idamına varan
kararlar alındı. Kültürel aidiyetin yegâne kıblesi Batı kapısıydı.
Tanzimat’tan itibaren toplum meselelerini ele alan şairlerin siyasi
pozisyon alma geleneği sonlandı; şair ve yazarlar geçiş döneminde
yaşanan medeniyetten kopuşu onaylamaktan öteye geçemedi.
Ziya Paşa, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmed Âkif geleneği ve
anlayışı 1940’lı yıllara kadar gönüllü bir sükûta erdi. Şiir Nazım
Hikmet ve Necip Fazıl’la yeniden fikre yaslanarak haykırdığında
tek parti iktidarı can çekişiyordu.
Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. yılına bir adım kala tarih,
kültür ve medeniyetimizle barışmak zorundayız. Reddi miras bu
coğrafyada çatışma, huzursuzluk ve vekalet savaşlarının ateşleyicisidir.
Yetişen yeni nesil Malazgirt, İstanbul’un Fethi, Çanakkale
Direnişi ile Büyük Taarruz arasında tercihe zorlanan bir noktada
olmamalıdır artık. Bunların her birinin tarihî birer olgu olarak kronolojide
değerli ve biricik olduğunun şuurunda bir nesil, bu aziz
ülkeyi daha müreffeh ve huzurlu bir iklime taşıyacaktır.
Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli ve Mehmed Âkif yılında; tarih-
kültür-sanat-düşünce-edebiyat çevrelerinin bütün bu meselelere
yoğunlaşarak inkâra, ötekileştirmeye ve ideolojilere yaslanmadan
ülkemiz insanına yeni ufuklara yelken açacak önerilerde
bulunmalarını temenni ediyoruz. Çatışmasız, sağlık ve huzurlu bir
dünyada yaşamak umuduyla barış, kardeşlik için çaba gösteren
insana selam olsun.