Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (130. Sayı)

“Dil Bayramı” Tilcikçiliği[1]
Üzeyir İlbak

Kemalist-sol ideolojinin müseccel [özellikle kullandım] bir kurumu olan Dil
Derneği, belediye himayesinde "Dil Bayramı Kutlanacak” başlıklı bir haberle
sosyal medyaya ‘düştü’! “Dil devriminin güçlenmesine, gelişmesine katkıda
bulunmak ve...” diye başlayan unutulmaya yüz tutmuş yüz yıllık sloganik nakaratı
yineledi. Benzemezlerin kazanmak için değil, ‘birine kaybettirmek’ fikrinden
hareketle gerçekleştirdiği kimliksiz birlikteliğe rağmen ele geçirdikleri birkaç belediyeden
güç alarak gerçekliğe uzak “ulusal kazanç” ideolojik söylemine yaslanan ideolojik
kurum; aralarında sağlanamayan bir “dil birliği” ile Dil Bayramı kutlayıp, devlet
bürokrasisi literatürüne “it”liği ekleyen kişi ve Taksim Gezi’de dili müptezel hale
getiren, nezaket ve naiflikten uzak bir dil kullanan “gezi zekalı” anlayışı benimseyen
sol-Kemalist dernek yöneticilerine “onur ödülü”(!) vermeyi uygun bulmuş.
“Dil Devrimi engellenememiştir; bugün dilimize devrimle kazandırılan yüzlerce
sözcük devrim karşıtlarınca da kullanılmaktadır. Demek ki dilde devrim başarılı
olmuştur. Günümüzde Türkçenin eğitim ve öğretimini belirleyecek tüm kurumlarda,
Türkçenin gücüne ve olanaklarına güvenmeyen; bilimsel verileri ve bilimcileri dışlayan
uygulamalar sürmektedir. Ne yazık ki inancı baskın kılan anlayıştan en ağır
biçimde etkilenen alan eğitimdir; öncelikle ortak iletişim aracımız Türkçemizdir. İşte
böyle bir ortamda...”[2] diye devam ediyor. Dil üzerinden yeniden savaş ilanı gibi!
Devlet imkânlarıyla bir gecede değiştirilen yazımız/harfimizden başlayarak dilin
uydurukçalaştırılmasına uzanan süreçte yaşananların bilimsel bir dayanağının olmadığı,
bu uygulamaların yapıcıları ve savunucuları tarafından bile kabul edilmişken; birilerinin
durumu ısrarla görmezden gelme çabalarını anlamak İMKÂNSIZ [(anlamaları
için) OLANAKSIZ!]. Sol-Kemalist Öztürkçecilere göre Selçuklulardan itibaren Osmanlı
tarihi boyunca “dilimiz işgal altındaydı, yurdu işgalden nasıl kurtardıysak, onu da
işgalden kurtardık.” Bu bakış açısıyla Selçuklu ve Osmanlı İngiliz, Fransız, İtalyan ve
Yunan işgalcilerle aynıydı. “Devrimci”likleri devirme bilgisi ile sınırlı anlayış sahipleri
bir Osmanlı komutanı olan Gazi Mustafa Kemal’in gölgesinde bunu nasıl söyleyebildiler
ve Atatürk’le özdeşleştirebildiler?
Bir asırdır tekrarlanan bu resmî-ideolojik telkini savunucularının dahi içselleştirebildiklerinden
kuşkuluyum. Falih Rıfkı Atay, yeni abecenin hazırlanışı sırasında çıkan
tartışmalardan söz ederken: “Yeni yazı komisyonunda biz Türkçüler kazandık.
Sağcılar Arap ve Farsça sözlerini bütün değerleri ile belirtecek harfler aramışlardır.
Arapçada üç noktalı se başka, dişli sin başkadır: Süreyya ve Selim aynı söylenmez.
Biz buna karşı koyduk. Çünkü Türk ağzında bu söyleniş farkı kalmamıştır. Asıl kavga
Q harfinden koptu: K harfli Türkçe kelimeleri ince seslilerle ke, kalınlarla ka okuruz.
Biz Türkçe alfabe için Q harfine lüzum olmadığını ileri sürdük. Yabancı kelimeler ya
ayıklanıp gidecek yahut Türk ağzına uyacaktı” der. Bu gerekçe ile sınırlı kalınmadı,
tam bir tasfiyeye girişildi. Sözlükler musikisi olan kelimeye hasret-özlem çekerek küçülürken
tilcikler, anlamsız bir kırıtmayla ortalıkta dans ediyordu. İmparatorluğun
birlikte yaşama geleneğinden ve kozmopolit yaşama biçiminden oluşmuş dil birikimini
aşiret ve kabile dil varlığı seviyesine indirgeyen anlayış bilim, felsefe-düşünce ve
ilim yapma iddiasından uzaklaştı ve “Türkçe ile felsefe ve bilim yapılamaz” teranesine
sığındı. Dilde bilimin kurallarının dışına çıkan bir anlayışla tasfiyecilik yapıldığından
dil, güçlü Batı dillerinin tesir alanına yuvarlandı ve Batı dillerinin işgaline maruz kaldı.
Bu işgal sonucu “Plaza Dili” diye bilinen gevezelik düzeyindeki düzeysizlik yaygınlaştı,
kelimelerimizin telaffuzu İngiliz sesiyle eşleştirildi; yaşadığımız zaman aralığında dilsizleşerek
sayıklamaya başladık. İşittiklerimiz, ses telleri kopmuş sanatçıdan dinlediğimiz
playbek türkü kadar bile keyif vermedi. 1950-60’larda yazılmış metinleri anlamak için
‘sadeleştirme’ sahtekârlığına sığınıp dilimizden dilimize tercüme yaptık.
Kimi onur sahibi düşünce insanının itirafından da biliyoruz ki dildeki tasfiyenin temel
sebebi dini anlamlandıran kavramları unutturmaktır. Dinin kitabının elifba’sından alfabe’ye
bunun için geçildiğini ve “tilcik” uydurma işine dini terimlerden başlandığını hatta
ezanın dilinin de bu maksatla değiştirildiğini biliyoruz. “Allah-u Ekber”den Tunrı Uludur’a
bakmak yeterli bir fikir verir. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu “Harf Devrimi kesinlikle Dil Devrimini,
yani karma bir dil olan Osmanlıcadan ulusal bir dil Türkçeye geçişi getirecekti ve
nitekim getirdi de” dese de toplumun maşeri vicdanında karşılık bulmadı.
Dilde Yunus Emre, Şeyh Galib, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Kemal Tahir ve Cemil
Meriç’le saf tutarız. Bunun için TDED; “Dili millî bir mesele olarak her türlü siyasî ve ideolojik
düşüncenin üzerinde tutar. Türkçenin fakirleştirilmeden geliştirilmesinden yanadır.
Yaşayan kelimelerin korunmasından yana olduğu gibi Türkçede karşılığı olan kelimeler
yerine yabancı kelimelerin kullanılmasına da karşıdır. Medeniyet ve kültürün taşıyıcısı
olan dili bir ayrıştırma sebebi değil, birleştirme unsuru olarak görür” ilkelerini tüzüğünün
amaç ve ilkeleri bölümünde zikreder.
“Makuliyet” kuralını yok sayan dil derneğinin buram buram ideoloji ve siyaset kokan
açıklaması “dilde yeniden ilkellik çağına mı dönüyoruz?” sorusunu sormamıza sebep oldu.
Harf devrimi ile dilde tasfiyeciliği aynı gören dili-kırık/kekeme dernekçiler, dil meselesini
maske edinerek ilkel kabile dilinin ‘tilcikleri’/kelimeleri ile şehrin siyaset meydanında dile
yeniden savaş açtılar. Maske takarak gizlenenler taktıkları maske sahibinin kimliğine
büründükleri vehmiyle mutlu olmak isteyebilirler; ancak maske, onları kimliksizleştirir.
Sonuç olarak yeniden-yeni ideolojik bir dil meydan muharebesine ihtiyacımız yok. Dili
kendi mecrasında doğal gelişme ve değişme sürecine bırakmalıyız. Harf İnkılabı’nı, “Osmanlı
Türkçesini seçmeli olarak öğretmek” uygulaması üzerinden tartışmaya açmanın
bir anlamı olmadığının da altını çizmek gerek. Latin harflerinden dönüş mümkün olmadığına
göre Osmanlı Türkçesi yazılmış ve kütüphanelerimize hapsedilmiş kültür mirasımızı
öğrenmek için de Osmanlı Türkçesini bilmeye ihtiyacımız var. Abdal ile aptal arasındaki
ipince kesitte durup insan için insanlık denizinin orta yerinden yükselen sese kulak kesilmek
vaktidir. Bırakın hiç olmazsa bazı “şeyler güzel kalsın.”
***
Bu yıl İstanbul Üniversitesi, Fransa’dan Limoş (Limoges) Üniversitesi ve Türkiye Belediyeler
Birliği ile gerçekleştirdiğimiz “Şehrin Dili” başlıklı kongre Türkiye Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın kapanış törenini teşrifleriyle yapıldı. Dergimizde ayrıntılı bir
dosya okuyacaksınız.
Dipnotlar
1- Nurullah Ataç'ın KELİME yerine ürettiği sözcük. TDK tarafından benimsenmemiş ve Türkçe Sözlük'te yer bulamamıştır.
2- https://odatv.com/dil-bayraminda-imamogluna-odul-21091935.html