Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (116. Sayı)

Türkiye Yüklerinden Kurtulacak mı?
Üzeyir İlbak

Türkiye, FETÖ darbe girişiminin ikinci yılında Şeyhu’l-
Kedicik Adnan Oktar’a operasyon yaptı. Kedicik
şahının piyasaya sürüldüğü yıllarda hangi kaynaklardan
beslendiğini ilan ettiğini ve mehdilik iddialarını hangi kaynaklara
dayandırdığını hepimiz biliyoruz. Adnan Oktar’la
1989 yılında Ortaköy-Dereboyu Caddesi üzerindeki camide
tanıştırıldığımızda kafası karışık, Kuran’la ilişkisi geleneksel
inanışlarla sınırlıydı. Risale okuduğunu söylediğini
hatırlıyorum. Risale okuyanlardan tek farkı saçını uzatıp,
sakal bırakmış olmasıydı. Muhtemelen sakalsız mehdi
olamayacağını düşündüğü için bunu yapmıştı. Kaynakça
sıralaması FETÖ örgütünden çok farklılık göstermiyor.
Örgütlenme biçimi de! Biri örterek-ağlayarak; biri teşhir
ederek, göbek atarak, kediciklere “maşallah” dedirterek
“dindarlık” numarası yapıyor. Biri geleneksel ve muhafazakâr.
Diğeri modern ve teşhirci. İkisinin MEHDİLİK vasıfları
diğer mehdici sapkınlar gibi Talmut, İmamiye, Buhari,
Arabî ve Said Nursî nam kaynaklarla aynı.
Kuran’da mehdi ve mehdilikle ilgili anlatılarla karşılaşmıyoruz;
çünkü Kuran “her nefs ölümü tadacaktır” ve
“kıyamet günü [yapıp-ettiklerinizin] karşılığı tam olarak
ödenecektir” (29/57; 3/185) der. Hiçbir nebi ve peygambere
ve de Hızır’a imtiyaz tanımaz. Dini bir giz perdesine büründüren
ve tüm bilgiyi uhdelerine alan dindarlar ve efendiler
de bundan vareste değildir. Ülkenin doğusunda, batısında,
güneyinde, kuzeyinde ve orta yerinde mehdi inancı ile
dindarlık seremonileri düzenlenmeye devam ediliyor. Aklını
kiraya verenler “efendilerinin” her buyruğunu Allah,
Kuran ve peygamber buyruğunun önüne koyuyor. Mutlak
itaatin gerekliliği Anadolu insanına en mahrem kabulleri
üzerinden benimsetiliyor.
Kuran, tüm hükümlerinin apaçık-anlaşılır olduğunu
beyan ederken; mehdici ve sufî inanlılar dini giz-batıni-
esrarengiz bir yapıya büründürür ve ancak bir aracı
(şeyh, guru, efendi, evliya, mason -usta-…) vasıtasıyla öğrenilebileceğini
telkin eder. Batılılar bu durumu ezoterizm
olarak tarif eder. Bu inanış biçiminin irfanî geleneğin bir
neticesi olduğu iddiası, irfan kavramını ezoterik bir algı
ile benimseyenlerin yorumu olup hakikati örtme çabasının
neticesidir. İrfan, İslam dininin yayılmaya başlamasıyla
karşılaştığı din, inanış, felsefî fikirlerin tamamını kendi
hakikatinin potasında dönüştürerek aydınlatıcı bir rehberlik
yapmıştır. Hicri ikinci asırdan itibaren seyr-i sülûk
üzere yeni bir dindarlık biçimi türedi. Bu türedi anlayışa
Hint’ten, Zerdüşt/Avesta’dan, Talmut’tan, Hristiyan azizlerinden
curufat karıştı ve irfanî bir ayıklama yapılamadı.
Bu yeni din-darlık mescide alternatif ilk mabedi de üretti.
Din-darlar, dine karşı bir din üreterek zamanlarının çoğunu
yeni mabetlerinde geçirdiler. Bu inanış biçimi tarihi
süreç içerisinde Müslüman dünyada İslam’ın alternatif bir
yaşayış biçimi olarak kabul gördü. Fethullah’ın paralel din
ve paralel devlet anlayışının kaynağı da bu anlayıştı. Kimi
sufilik tarihi hocaları, ısrarla FETÖ, Şeyhu’l-Kedicik, Kıbrisî
… gibi anlayışları kadim sufilik anlayışlarından ayırmak
gerektiği iddiasında olsa da bunun delillerini ortaya koyma
konusunda ikna edici olamamaktadırlar. İbni Arabî’den
Rumî’ye, Kadızâdelere, hatta Horasan Erenleri ile Bektaşîlere
kadar yapılacak küçük bir kaynak araştırmasında
muhteva ve Batılıların Volk İslam olarak adlandırdığı ritüeller
bakımından ortak çok fazla veri ile karşılaşılacaktır.
Kuran, vahiy diliyle açık –mübin- bir kitaptır. Düşünmeyi,
akletmeyi, sormayı emreder. Sufilik kaynakları “teneşirde
meyyit olmayı, efendi için çalışmayı, mutlak itaati”
emreder.
Hz. Peygamberin sahabileri - yol arkadaşları-, İsa’nın
(a) havarileri -sohbet arkadaşı- vardı. Şeyh ve efendilerin
müritleri -bağlanan, iradesini teslim eden-, teneşirde
meyyitleri vardır.
Batılıların Volk İslam olarak tanımladığı dindarlığa
mensup tüm yapıların kendilerini tanımlama ve dernekleşmelerine
izin verilmeli; folklorik birer rahatlama ve rehabilitasyon
merkezleri olarak kurumsallaşmalarına imkan
sağlanmalıdır. Bunların din adına faaliyette bulunmaları
yasaklanmalı, dini kurum açmalarına izin verilmemelidir.
Şeyh ve efendi adına şirketleşme ve holdingleşmeleri engellenmeli;
ancak kurdukları dernek ve vakıfların akarları
ile onların ihtiyaçları vergiden muaf olarak karşılamalıdır.
Din, peygamber tarafından nasıl öğretildiyse öyle öğretilmeli,
ikinci asırdan itibaren dine sokuşturulan hurafeler
ayıklanmalıdır. Hiyerarşik, gizemli, sırlı, ezoterik yapıların
zihni tahrif ederek kimliksiz ve kişiliksiz bireylere dönüştürdüğünü
unutmamalıyız. Kişiliksiz mahlûkata-beşere
dönüştürülen insanlara öğretilen batıl kutsallar, o insanları
sömürmeye, istismara ve kullanıma uygun kılar.
Üç yaşındaki küçük insanlar, yaratılış fıtratına uygun
varlıklardır; çünkü “neden, niçin, nasıl”..? diye sorarlar. Üçdört
yaşındaki bir çocuğa “şuraya otur” dediğinizde bile
“neden” diye sorar. Ancak çocuğun fıtrî melekeleri yetişme
sürecinde önce ebeveynler, eğitim sürecinde hocalar
vasıtasıyla köreltilir ve itaat kapasitesi geliştirilerek mürit
yapılır. İnsanın ve ülkenin felaketi de buradan başlar.
İnsanı fıtratına döndürecek irade, Türkiye’yi tüm kirli
yüklerinden kurtaracaktır.