Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (101. Sayı)

101. sayı ile sizleri selâmlıyoruz.
Dostluk, kardeşlik, muhabbet ve merhametle...
Ve insanlıktan bir iz taşıyan akıl sahibi, tefekkür
eden her bir insanı selamlıyoruz.
Sezai Karakoç, Mart 1966 tarihli Diriliş dergisinin
birinci sayısındaki DİRİLİŞ İmzalı yazısına “Nankörlük
edilen ekmeğin, ihanet edilen Kutsal Kitabın insanı
çarptığı gibi, tarihin, üzerine atıldığı, adeta üstüne
çullandığı çarpılmış milletler vardır. Kimi defa bu bir
suçun ürünüdür, kimi defa o milletin gücünü de aşan
bir kader şartının...” diye başlar.
Mayıs 2017. Bu tespitler yarım asır sonra neden
hala anlamından bir şey kaybetmedi? Anadolu insanının
büyük fikir çilesi ve akıl almaz yalnızlığı devam
ediyor. Bu millet Tanzimat’la başlayan ve Batı adamının
aklıyla düşünen madrabazların zihni köleliğinden
dolayı kendi hakikatine, kültür ve medeniyetine,
insanının ruhi ve kalbi duruşuna yabancılaştı. Bu topraklarda
bu toprağın diliyle konuşan her bir aktarıcının
söylediklerinin yerli olduğu vehmiyle aktarılanları
doğru bildi. Oysa başkasının akıl ve tercihleriyle bilgi
sahibi olup, bu coğrafyada bu ülke insanın lisanıyla
söz söylemek; hiç kimseyi “yerli ve bu ülkeye ait”
kılmaz. Yerli olmak için ayaklarınızın bastığı ve bedeninizi
üzerinde taşıdığınız yerde olmanız ve o insanların
diliyle konuşmanız yeterli değildir. Yerli olmak için
aklınız, fikriniz, zihniniz, kalbiniz ve ruhunuzla orda olmak
zorundasınız. Bu son hüküm aynı zamanda şunu
söyleyecektir. Bedeninizle Paris’te, Pekin’de, Berlin’de,
Londra’da, Nevyork’ta, Moskova’da... olabilirsiniz; kalbiniz
ve aklınızla İstanbul’da, Ankara’da, Trabzon’da,
Adana’da, İzmir’de, Malatya’da, Amasya’da, Manisa’da,
Edirne’de, Diyarbekir’de iseniz; Mekke’de, Medine’de,
Bağdat’ta, Kudüs’te, Halep’te, Tebriz’de, Kahire’desiniz
ve yerlisiniz.
Bizi bütün bu şehirlerle kardeş kılan Âdem’e öğretilen,
Nuh’ta yenilenen, İbrahim ile bugünü kuran,
Musa’ya söylenen, İsa ile göç eden ve son peygamber
Muhammed (a) ile insanlık ufkunu adalet, eşitlik
ve insan onuru ekseninde yüce kılan ve insanı mükerrem
varlık olarak öven sözdür.
Alparslan’nın Anadolu coğrafyasının en doğusundaki
bir ovada açık arazide askerleriyle kıldığı ilk
Cuma namazından sonra Selçuklu, Osmanlı, Türkiye
ezanla yürüyenlerin yurdu oldu; Moğol istilasından
sonraki büyük deprem ve kaosa rağmen yeniden
ayağa kalktı. Selçuklu bu coğrafyayı Osmanlıya bırakırken
Yunus “Biz sevdik âşık olduk, sevildik mâşuk
olduk/Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası”
diyordu.
Gelibolu’dan Çanakkale Boğazı’nı geçerek Avrupa
kıtası yolculuğunda taş taşıyarak, mabetler, köprüler,
şehirler kurarak ve toprağı kanla kendimize ait ederek
yürüdük. Bursa ve Edirne’de şehir kurarken; Kosova’da
Haçlıları mağlup ederken, Niğbolu önlerinde at
sürerken de gözümüz ve gönlümüz hep İstanbul’daydı.
Timur Ankara Savaşı’nda İstanbul rüyamızı ertelediğinde
de bu sevdamızı unutmadık. Yeniden hep bizi
inşa eden ruh anıtına döndük ve yükseldik. İstanbul
bizim olduktan sonra “Doğu da Batı da bizimdir”
dedik. Sonra Karacaoğlan diliyle “Sual eylen bizden
evvel gelene/Kim var imiş, biz burada yoğ iken” dedik
ve yeni bir birlikte yaşama iklimi kurduk.
Uzun bir arayış ve kayboluş sürecinin ardından
Türkiye kendisine dönme yolculuğunda güçlü
adımlar attı. Kaybeden ülkenin insanları bir dönüş
yolculuğuna çıktılar. İstanbul’dan başlayan yolculuk
“yerli, ayakları ve aklı kendi ülkesinde” insanların
kendine dönüş yolculuğuydu. Ülke yeniden “kendi
oluş” yolculuğunda kendi sistemini, kendi medeniyet
köklerinden aldığı güçle “yeniden bir diriliş ve ayağa
kalkış” arifesindedir.
Artık yeniden diriliş suruyla yaşadığımızın bilincinde
olmak, Türkiye’yi ve dünyayı iyi tanımak ve Batı
adamının bize “uygun gördüğü” yaşama biçimine aldanmamak
zorundayız. Geçmişte Türkiye’yi Fransız
ve İngilizlerden yapılan tercümelerle gerçekleştirilen
yıkımlardan ders alarak; bugün Amerika’dan yapılan
tercümelere aldanmadan durumumuzu tahlil etmek;
ayaklarımızı, zihnimizi ve ruhumuzu Türkiye toprağında
tutarak yürümek burcundayız.
Her şeyden önce yerli düşünceye sadık kalarak
onurlu yaşamayı ve yaşatmayı seçmeliyiz. Yarının
insanlarına onur duyacakları bir ülke ve kültürel
miras bırakmak için bu topraklarda hala büyük bir
potansiyel var.